YAZARLAR

MEHMET FATİH KARA / Türkiye’nin Yeşil Ve Dijital Dönüşümünde İklim Kanunu’nun Yeri

Geçtiğimiz haftalarda Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nde kabul edilen 7552 sayılı İklim Kanunu, Türkiye‘nin yoğun siyasi gündemi içerisinde kamuoyunda sınırlı bir görünürlük kazansa da Türkiye’nin yeşil dönüşümünde önemli bir kilometre taşı ve çevre politikalarında yeni bir safhayı temsil ediyor. Uzun yıllardır çeşitli strateji belgelerinde, uluslararası taahhütlerde ve bürokratik planlamalarda yer alan iklim hedeflerinin ilk kez yasal bir çerçeveye kavuşturulması, konunun giderek daha bütüncül bir politika alanı olarak ele alındığını gösteriyor.

İklim değişikliği, 2000’li yılların başından beri kamuoyunda uzun süre yalnızca çevresel etkileri üzerinden tartışılan bir konu olsa da günümüzde iklim krizi çok sayıda alana doğrudan etki eden yapısal bir meseleye dönüşmüş durumda. Bu bağlamda üzerinde durulan konular sadece artan kuraklık, su kaynaklarının azalması ve aşırı hava olaylarının sıklığı değil, bu olayların tetiklediği iklime dayalı göç, enerji güvenliği ve gıda arzı gibi milli güvenlik meselelerini de kapsayan sorunlara dönüşmüş durumda.

İklim Kanunu Etrafında Tartışmalar

İklim Kanunu’nun Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilmesinin ardından farklı tepkiler dile getirildi. Ancak muhalefet partileri dahil bir iklim kanununun gerekliliğine dair uzlaşının öne çıkması kanunun önemini göstermesi bakımından önemliydi. Gelen açıklamalara bakıldığında tepkilerin daha çok kanunda yer alan Emisyon Ticaret Sistemi‘ne (ETS) yönelik olduğu gözlendi. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından yapılan resmî açıklamalarda, bu sistemin yalnızca enerji yoğun sanayi tesislerine yönelik olduğu, bireylerin karbon ayak izi ya da tüketim tercihleri üzerinden herhangi bir yaptırım öngörülmediği net biçimde ifade edildi. Ancak bazı çevrelerce ETS’nin sermaye lehine şekilleneceği ve vatandaşlar üzerinde dolaylı vergilendirme baskısı yaratacağı yönündeki iddialar, kamuoyunda tartışma yarattı. Aynı şekilde, tarım faaliyetlerine getirileceği öne sürülen kısıtlamalar ya da yapay et zorunluluğu gibi iddiaların da kanun metninde karşılığının bulunmadığı belirtildi. Bu çerçevede, bazı eleştirilerin kanun maddelerine değil, geleceğe dair şahsi öngörülere ve yorumlara dayandığı, dolayısıyla niyet okuma çerçevesinde şekillendiği söylenebilir.

İklim Kanunu’nun Olası Etkileri

Öncelikle her ne kadar içeriği muhalefet içerisinde tartışma konusu olsa da siyasi aktörler arasında İklim Kanunu’nun önemi ve gerekliliği konusunda bir mutabakat olması, meselenin Türkiye için siyaset üstü bir konumda olduğunun göstergesidir. Bu mutabakat, meselenin milli güvenlik açısından ele alınıp üzerine düşülmesini göstermesi açısından umut verici.

Öte yandan yapılan eleştirileri bir süzgeçten geçirmek gerektiğinde dikkat etmemiz gereken bazı hususlar var. Öncelikle iklim değişikliği konusu çevre, ekolojik denge, afetler, kuraklıklar ve göçten ayrı değerlendirilemediği gibi toplumun parçası olan ekonomik, sosyal ve siyasi faktörlerden de ayrı değerlendirilmemelidir. Aksi takdirde yapılan çalışmalar, yorumlar, eleştiriler ve atılan adımlar her zaman eksik kalacaktır.

Bununla beraber Türkiye’nin ekonomik potansiyeline ulaşmayı hedefleyen ve gelişen bir ekonomiye sahip olduğundan, ekonomik potansiyeline ket vurmadan iklim değişikliği ile uyumlu hareket etmesi gerektiğini de unutmamak gerekir. Bu durum ise görece gelişmiş ülkelere nazaran daha zor bir sorumluluktur. Bu sebeple geçirilen kanunlar, alınan hedefler ve kararlar bir aciliyetin veya gerçekleşmesi zor yüksek hedeflerin bir sonucu değil, ayakları yere sağlam basan ve ekonomi ile uyumlu bir planlamanın sonucu olmalıdır. Bu durumun neticesinde günümüzdeki kanunda ileriye dönük beklentilerle uyumlu göstergeler yer alması bu yolda daha sağlam bir şekilde ilerleme amacının yansımasıdır.

İklim Kanunu’nun Ekonomik Uyum Stratejisi

Yukarıda bahsi geçen ekonomik, sosyal ve siyasi faktörlerden belki de en önemlisi, iklim krizinin mevcut ekonomik düzen içerisinde kendi dinamikleriyle ve ekonomik gerçeklikten uzak bir şekilde çözülemeyecek olmasıdır. Çevreyi kirletmenin ‘dışsallık’ olduğu serbest bir piyasada çevreye zarar vermenin ‘içselleştirilmesi’, yani kirletmenin ekonomik bir maliyete dönüştürülmesi ve aktörlerin bu maliyeti gözeterek davranışlarını değiştirmesi iklim sorununu çözmede önemli bir adımdır. Bu entegrasyon da hiç şüphesiz devlet eli ile olması beklenmektedir. Zira bu adımın mevcut ekonominin içindeki aktörler tarafından kendiliğinden atılması veya kamuoyu, çevre örgütleri gibi aktörlerin baskısı ile atılmasını beklemek gerçekçi olmayacaktır. Bu noktada Avrupa Birliği’nde 27 üye ülke ile İzlanda, Lihtenştayn ve Norveç’in de dâhil olduğu toplam otuz ülkenin uyguladığı AB Emisyon Ticaret Sistemi (EU ETS) gibi sistemler iklim-ekonomi entegrasyon sorununu ülke ekonomisine zarar vermeden çözmeyi hedefliyor. Türkiye’nin AB ile süregelen üyelik süreci ve Gümrük Birliği’nin çevresel boyutuna dair uyum çalışmaları kapsamında, bu sistemle benzer düzenlemelerin hayata geçirilmesi hem teknik bir gereklilik hem de stratejik bir tercihtir. Bu sistemin kullanım amacı çevreyi kirletme hakkı satın almak veya ticari bir kaygıyı beslemek değil, halihazırda denetimsiz ve cezasız yapılan karbon emisyonuna regülasyon ve maddi yükümlülük getirmektir.

Yeşil ve Dijital Dönüşümün Etkileri ve İklim Adaleti

Yukarıda ifade edilen eleştiri süzgecinin ötesine geçtiğimizde İklim Kanunu’nun Türkiye’nin yeşil ve dijital dönüşümünün bir parçası olarak bu vizyonu desteklediğini söyleyebiliriz. İklim politikalarının yalnızca yasal düzenlemelerle şekillenmesinin yeterli olmayışı, bu düzenlemelerin etkili sonuçlar doğurabilmesi, eş zamanlı olarak kurumsal kapasitenin güçlendirilmesi, veri altyapısının geliştirilmesi ve yüksek emisyon üreten sektörlerde teknolojik dönüşümün teşvik edilmesi ile mümkündür. Sanayi, enerji, ulaştırma ve tarım gibi alanlarda uygulanacak stratejilerin hem çevresel hem de ekonomik sürdürülebilirliği gözetmesi kritik önemdedir. Aynı zamanda denetim mekanizmalarının işlerliği ve alınan kararların saha uygulamalarına yansıması, yasanın gücünü pratikte belirleyecektir. Tüm bu süreci destekleyecek bir diğer temel unsur ise kamusal farkındalık ve toplumsal sahiplenme ile politikalara duyulan güvenin artırılmasıdır. Yasalar, ancak bu çok katmanlı yapı ile başarılı ve doğru zamanlama ile etkin hale gelebilir.

Yeşil dönüşüm, yalnızca çevresel hedeflere ulaşmayı değil, bu hedeflerin etkili biçimde uygulanabilmesi için regülasyon ve denetim mekanizmalarının güçlendirilmesini de gerektirir. Bu bağlamda, İklim Kanunu’nun ortaya koyduğu sistemsel yapı, dönüşüm sürecini yalnızca hukuki çerçevede değil, aynı zamanda denetim, izleme ve uyum mekanizmalarıyla da pekiştirmeyi amaçlamaktadır. Bu çabanın başarıya ulaşması ise verimlilik odaklı dijital dönüşüm, teknolojik gelişim ve Ar-Ge yatırımlarının bu yapıya entegre edilmesiyle mümkün olacaktır. Nitekim Kanun’un içeriğinde yer alan yeşil finans, sürdürülebilir üretim ve tüketim uygulamaları ile emisyon ticaret sistemi gibi maddeler bu amacı destekler niteliktedir; çünkü bu düzenlemeler hem çevresel hedeflere ulaşmayı hem de ekonomik aktörlerin bu sürece aktif ve denetlenebilir biçimde katılımını teşvik etmektedir.

Son olarak toplumsal iklim adaleti de elbette iklim politikalarının önemli bir parçasını oluşturmakta. Ancak bu türden sorunlara kalıcı çözümler üretilebilmesi için öncelikle iklim değişikliği ile mücadelenin ulusal düzeyde güçlü bir politika temeline oturtulması gerekmektedir. Yeşil ve dijital dönüşüm vizyonu tam olarak da bunu hedeflemektedir. Aksi takdirde alınan kararların uygulanabilirliği zayıflayacak, toplumun her kesiminde yeterli karşılık bulması zorlaşacaktır. Bu nedenle atılacak ilk adım, iklim politikalarının ülke düzeyinde entegre edilmesi; yani ekonomik büyüme hedefleriyle uyumlu, toplumsal ihtiyaçları gözeten ve siyasi istikrarla desteklenen bir strateji çerçevesinde şekillendirilmesidir. Ancak bu bütünleşik yapı kurulduktan sonra, iklim adaletinin sağlanması mümkün hale gelebilir.

Sonuç olarak tartışmalar dikkate alındığında, İklim Kanunu’nun içeriğinin sağladığı yeşil dönüşümün dijital dönüşümle entegre şekilde yürütülmesi, yeşil dönüşüme ve iklim sorunu ile mücadeleye direnç olabilecek sorunların aşılabilmesi için yerinde ve elzemdir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu