HAŞMET BABAOĞLU / Tatile çıkmak mümkün mü?


Ah ne güzeldi!
Her sabah erkenden kapımın çalınması; bir koşu gidip açmam ve benim balımın “Günaydın dayı” deyip minicik avucunda sımsıkı tuttuğu deniz kabuklarını elime bırakıvermesi…
“Güne böyle başlamak güzel” demişti bir sabah…
Öyleydi gerçekten…
Kahvaltıdan hemen sonra gidip yine deniz kabuklarına bakmak da…
Ters dönmüş bir yengeci tutup tekrar ayakları üzerine koymak da…
Ama tatil denilen şey, adı üzerinde işte, bitiveriyor.
***
Size biraz oralardan, biraz şehirde yazdan, biraz çocukların dünyasından bahsetmek istiyorum, eski günlerdeki gibi…
Ama boğazımızdaki kocaman düğümü nasıl çözeceğiz?
On binlerce çocuk bütün dünyaya göstere göstere katlediliyor Gazze’de…
Masmavi bir denizin kıyısında aç biilaç yaşamaya çalışıyorlar, balık tutmalarına bile izin verilmiyor.
Bu kadar korkunç bir dünyada zihinlerimizin tatile girmesi mümkün mü?
Her şey normalmiş gibi sahilde uzun uzun yürümek, maviliklerde kulaç atmak, akşam ağız tadıyla sade bir kahve içip mehtaba bakmak mümkün mü?
Şunu biliyorum…
İçinde biraz “insanlık” kalmış hiçbir yetişkin insan bu yaz mevsimini içi ürpermeden yaşayamaz.
Ne günlerdeyiz!..
***
Tatilde ne mi yaptım?
Bazen kıyıda oturup uzun uzun denize baktım…
Tabii “Bak dayı sırtüstü yüzüyorum, bak, bak” bağırışlarını duymuyormuşum gibi yaptığım zamanlarda…
Denize bakmak, birdenbire kendi içine doğru bakmak hâlini alıverir, bunu çok severim.
O mavilikte diplerin koyu laciverdi de, gökyüzünün grilikleri de vardır.
Ve insanı ufka doğru çağırır; “yerinde durma” der, “gel açıklara…”
***
Bazen de şezlongda toparlanıp elimdeki tabletten internetin önüme savurduklarına odaklandım…
Hâlâ aynı ucuzluklar büyük rağbet görüyor, farkındayım…
Kendisinin ne olduğunu henüz bilemeyen ve herkesin kişiliğini bir yana çekiştirdiği gençlere “Cesur ol, kendi yolunda yürü” tavsiyeleri falan…
Yaşını başını almış, hatta yolun sonuna doğru yaklaşmış ve hayat tarafından sürekli hırpalanmış insanlara “Uzun yaşamak istiyorsan sev” demeler falan..
Yahu kadının başına ne geldiyse “sevmek” sandığı şeylerden gelmiş; adam sevip güvendiklerinden darbeyi yemiş; ne diyorsunuz siz!
Diyorum ki, şu “sevme” meselelerini en baştan ele alıp değerlendirsek mi?