ZAKİR AVŞAR / Hesap Verebilir Olmak ve CHP


Yerel yönetimler, kamu hizmetlerinin, imkânlarının ve kaynaklarının gündelik hayatla en yakından ilişkilendiği alanlardır. Kaynakların dağıtımı, hizmetlerin planlanması ve toplumun beklentilerinin karşılanması noktasında yerel yönetimler, demokratik sistemin hem en görünür hem de en kırılgan unsurlarıdır. Bu nedenle hesap verebilirlik, şeffaflık ve hukukun üstünlüğü, yerel yönetimlerin meşruiyetini besleyen temel ilkeler olarak öne çıkar.
Cumhuriyet Halk Partisi‘nin uzun yıllardır “yolsuzlukla mücadele” söylemini siyasetin merkezine yerleştirmesi, demokratik denetim kültürünün gelişimi açısından değerli bir iddia alanı oluşturmuştur. Ancak siyasal iddiaların demokratik değer üretme kapasitesi, yalnızca söylem düzeyinde kalmasıyla değil, uygulamada gösterilen tutarlılıkla ölçülmektedir. Türkiye‘de muhalefet partilerinin yolsuzlukla mücadele söylemi, iktidarın denetlenmesi ve hesap verebilirliğin sağlanması açısından işlevsel bir araçtır. Aynı söylemin, muhalefet partilerinin yönettiği belediyelerde yolsuzluk iddiaları ortaya çıktığında ikincil plana itilmesi veya bu iddiaların “siyasi operasyon” söylemiyle savuşturulmaya çalışılması, söylem ile uygulama arasındaki makası genişletmekte ve iki düzeyde toplumsal maliyet üretmektedir.
İlk olarak yolsuzlukla mücadele iddiası, tutarsız uygulamalar sebebiyle inandırıcılığını kaybetmekte ve toplumsal muhalefetin “ilkeli duruş” iddiasını aşındırmaktadır. İkinci olarak kamu kaynaklarının adil ve etkin kullanımı konusundaki toplumsal denetim mekanizmaları zayıflamakta, yerel demokrasiye olan güven sarsılmaktadır. Bu bağlamda siyasi partilerin yolsuzluk iddiaları karşısındaki tutumları, yalnızca bir kriz yönetimi meselesi değil, aynı zamanda kurumsal tutarlılık ve demokratik olgunluk sınavı niteliği taşımaktadır.
CHP‘nin yerel yönetimlerine yönelik yolsuzluk iddiaları karşısında geliştirdiği refleksler, çoğunlukla “yargının siyasallaşması” ve “iktidar baskısı” iddiaları çerçevesinde şekillenmektedir. Bu refleks belirli durumlarda demokratik bir iktidar denetimi işlevi taşısa da somut ve belgeli iddialar karşısında yalnızca bir savunma mekanizmasına dönüştüğünde hesap verebilirlik ilkesini zayıflatmakta ve demokratik kültür açısından risk üretmektedir. Yargının tarafsızlığına yönelik eleştiriler hukuk devleti denetimi bakımından elzemdir. Bu eleştirilerin kendi iç denetim süreçleriyle desteklenmediği ve şeffaflık ilkesinin uygulanmadığı durumlarda, “hesap verme” iradesinin yokluğu şeklinde toplumsal bir algıya dönüşmesi kaçınılmazdır.
CHP’nin yönettiği belediyelerde gündeme gelen büyük yolsuzluk iddiaları, parti yönetiminin bunları savunma pozisyonunu tercih etmesi, parti içi denetim mekanizmalarının bağımsız, hızlı ve etkin çalışmadığını/çalıştırılmadığını göstermektedir. Karar alma ve ihale süreçlerinde gerçek zamanlı şeffaflık yerine iddialar ortaya çıktıktan sonra sınırlı ve reaktif açıklamalar yapılması, kamu güvenini aşındırmaktadır. Yolsuzlukla mücadele söyleminin yalnızca iktidara yönelik değil, muhalefetin kendi uygulamalarına da aynı hassasiyetle uygulanması gerekir. Kim tarafından yapılırsa yapılsın yolsuzluk kabul edilemez; reflekslerin kurumsal kimlikten bağımsız, evrensel ahlaki ve hukuki ilkelere dayanması demokratik zorunluluktur. Bu kapsamda CHP ve diğer siyasi aktörlerin yerel yönetimlerde hesap verebilirliği güçlendirmesi, demokratik kalitenin yükseltilmesi açısından hayatidir. Bunun için CHP’nin yerel yönetimlerdeki yolsuzluk iddialarını siyasallaştırmadan araştıracak, bağımsız etik komisyonlar kurması ve raporları şeffaf biçimde kamuoyuna sunması elzemdir.
Belediyelerin harcama, ihale ve karar süreçlerini kamuya açık, dijital izleme platformlarıyla canlı olarak takip edilebilir hale getirerek toplumsal denetimin sağlanması, güven onarımına katkı sunacaktır. Yolsuzlukla mücadele ilkesi yalnızca iktidar eleştirisinin bir aracı değil, partinin kendi uygulamaları açısından da bağlayıcı bir ilke haline getirilmelidir. Siyasi partiler yalnızca kendi seçmen tabanına değil, tüm vatandaşlara kamu kaynaklarının adil kullanımını güvence altına alacak şeffaf uygulamalarla güven vermek zorundadır. Sonuç olarak yolsuzlukla mücadele, yalnızca siyasetin söylemsel düzleminde değil, uygulama alanında test edilir.
Buna karşın CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden sonra şimdi de CHP’li İzmir, Adana, Antalya Büyükşehir Belediyelerinde ve Adıyaman Belediyesinde yolsuzluk iddialarına dayalı soruşturmalar ortaya çıktı. Soruşturmaların ortaya çıkışı vatandaşların şikâyetleri, Mülkiye Müfettişlerinin raporları, MASAK Raporları, Belediye’nin iç denetim birimlerinin çalışmaları ve bulunan hukuka aykırılıklara dayalı… Özellikle İzmir’de kamuoyuna yansıyan belgeler gösteriyor ki, ilk olarak vatandaş şikayetleri var, ayrıca önceki dönem belediye başkanı ve ekibi ile ilişkilendirilen ‘yolsuzlukların’ şimdiki belediye başkanı tarafından yargıya taşındığı görülüyor.
Ancak, CHP üst yönetimi, tıpkı İBB ve diğer belediyelerde olduğu gibi, yeni ortaya çıkan yolsuzluk soruşturmalarında da meseleyi yine iktidar ve muhalefet arası bir hadise imiş gibi takdimi tercih ediyorlar. Yolsuzluk iddiaları nedeniyle gözaltına alınan yoldaşlarıyla dayanışma mitingi yapacak denli olayı perdeleme çabasındalar. İzmir’de 469 kooperatif mağduru vatandaş şikayetçi olmuş, belediye tarafından kurulan kooperatiflerden ötürü; paralarını vermişler, hak sahibi oldukları halde konutlarına ulaşamamışlar. Bir nevi dolandırılmışlar. Yargı yoluyla haklarını arıyorlar. Ancak CHP cephesi vatandaşların; CHP’li belediyelere, bürokratlara, müteahhitlere karşı hak arama özgürlüğünü yok sayarcasına tavırda. Yine yargıyı değersizleştirme, İstanbul’da olduğu gibi İzmir’de de diğer illerde de Başsavcıyı hedefe koyma, yersiz, yakışıksız bir dil ve üslup içinde önüne geleni itham etme, ama haklarında yolsuzluk iddiası olan kendi yol ve dava arkadaşlarına dönük hiçbir eleştiri getirmeme konusunda ısrarlılar.
Antalya’da durum vahim, iddialar ve kayıtlar ortada. Manavgat Belediyesinde ise videolu, görselli kayıt altında suçüstü hali mevcut. Bunu bile savunmaya kalkışanlar olması açıklanamaz bir siyasi yaklaşım. Aynı şekilde Adana ve Adıyaman’da yine rüşveti veren müteahhittin şikâyeti, belgeleri olduğu iddia ediliyor. Ancak yine de meselenin muhalefet-iktidar cephesinden ele alınmaya çalışılması izah dışı bir yaklaşım.
İzmir cephesi ise farklı bir durum ortaya koyuyor. Tüm süreçlerde hakkını arayan, şikayetçi olan vatandaşlar. Kendilerine güvenen, kurdukları kooperatiflere giren, ellerindeki avuçlarındakini veren; üstüne üstlük oy verip her seçimde iş başına getiren İzmirli vatandaşlar aleyhine süreçler gelişiyor ve süreçte yeni yönetim inceleme yaptırıp, yolsuzlukları tespit konuyu savcılığa intikal ettiriyor. Normal şartlar altında buraya kadar yapılanlar takdire şayan, olması gereken işler mamafih, her nedense yolsuzluk meselesi yargısal bir boyuta gelince ‘yoldaşlarıyla dayanışmaya gidenler’ yine kendileri… Rüşveti veren “verdim” diyor, alan “aldım” diyor, belgeler, bilgiler, fiziki ve teknik takipler, raporlar, incelemeler tüm kirli ilişki ağını ortaya koyuyor ama CHP yönetimi olayı kabullenmek yerine yargıyı suçlamayı tercih ediyor. Soruşturmalar devam ederken etkin pişmanlıktan yararlanan, itirafçı olan, şikayetçi olup belge ve bilgi koyanlara ise yaftaları hazır “iftiracı”.
Peki, o zaman temiz topluma nasıl ulaşacağız? Yolsuzluk ve yozlaşmanın faili olduğu iddia edilenlerle dayanışma ile açık, hesap verebilir bir yapıya ulaşılabilir mi?
CHP’nin yerel yönetimlerinde gündeme gelen yolsuzluk iddiaları karşısında takınacağı tutum, yalnızca partinin siyasi başarısı açısından değil, Türkiye’de demokratik kültürün gelişmesi açısından da belirleyici olacaktır. Gerçek samimiyet, iddiaları “dışsal müdahale” gerekçesiyle savuşturmak yerine, hukuk ve şeffaflık zemininde çözüm aramakla mümkündür. Yerel yönetimlerin demokratik kalitesi; hizmet üretme kapasiteleri kadar, kamu kaynaklarının korunması, adaletli kullanımı ve hesap verebilir yönetim pratikleriyle ölçülür. Siyasi partilerin kendi iç denetim süreçlerini ve şeffaflık uygulamalarını kurumsallaştırması, yalnızca bir siyasi tercih değil, demokratik bir zorunluluktur. Bu çerçevede CHP ve diğer tüm siyasi aktörlerin yolsuzlukla mücadelede samimiyet sınavını başarıyla vermesi, toplumsal güvenin inşası ve demokratik siyasetin güçlenmesi için ertelenemez bir sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır.