YAZARLAR

MERVE YURTYAPAN / Dizimizde herkesin içini ısıtan bir samimiyet var

ATV ekranlarında pazartesi akşamı yayınlanan ‘Aile Saadeti’ dizisi, geçmişten gelen sırların ve yepyeni başlangıçların iç içe geçtiği üç akraba ailenin yaşamını ekrana taşıyor. Dizide ‘Öykü’ ve ‘Emin’ çiftini canlandıran Esra Kızıldoğan ile Hakan Karsak ise hem oyunculukları hem de sete yansıyan uyumlarıyla dizinin kalbini oluşturuyor. İki ünlü oyuncu, “Harika bir serüven sizleri bekliyor. Eğlenceli, bol aksiyonlu… Dizimizde herkesin içini ısıtan bir hikaye var” diyor

ATV‘nin yeni dizisi ‘Aile Saadeti‘, üç akraba ailenin bir evde buluşmasıyla gelişen olayları hem hüzünlü hem de komik bir dille anlatıyor. Dizide evli çifti canlandıran Esra Kızıldoğan ile Hakan Karsak, bu keyifli maceranın en naif karakterleri… Kızıldoğan, çocukları çok seven öğretmen ‘Öykü’yü oynuyor. Karsak ise iyi niyetli, vicdanlı ve dürüst ‘Emin’i canlandırıyor. Setteki uyumları ve arkadaşlıklarıyla dikkat çeken ikili ile bir araya geldik. Diziyi, rollerini, kamera arkasında yaşananları ve özel hayatlarını konuştuk.
Çok güzel bir ekip var. Çekimler nasıl gidiyor?
HAKAN KARSAK: Çekimler gayet güzel gidiyor. Sadece sıcak havalarda çalışmak zaman zaman zorlayıcı olabiliyor. Çok eğlenceli, çok profesyonel bir ekiple çalışıyoruz. Minimal aksaklıklar haricinde her şey rayında. Çalışmayı seviyoruz; çalışmayı seven insanlarla olduğumuz için ancak eve gidince ne kadar yorulduğumuzu anlıyoruz. Gün içinde pek fark etmiyoruz. Tabii sıcaklar hariç… Sıcaklar biraz yoruyor. Onun dışında her şey çok eğlenceli ve çok keyifli.
Üç birbirini tanımayan akraba aile buluştu. Ne gibi maceralar yaşanacak?
H.K.: Üç farklı aile… Her şeyleri farklı aslında. Ama en güzel ortak yanları: vicdanlı, dürüst olmaları ve ailelerini sevmeleri. Aileleri için mücadele ediyorlar, bu da en güçlü ortak özellikleri. Fikren birbirine çok yakın oldukları söylenemez. Tabii herkesin ayrı meziyetleri, ayrı düşünce yapıları var; bu da serüveni oldukça enteresan ve macera dolu kılıyor. Biz neler olduğunu biliyoruz ama buradan size de söyleyeyim: Harika bir serüven sizleri bekliyor. Eğlenceli, bol aksiyonlu… Her olay örgüsü başka bir olayı doğuruyor ve karakterlerimiz, o birbirlerine dayandıkları noktada tüm bunlarla baş etmeyi başarıyorlar. Bakalım, göreceğiz…
Ekipte daha önce çalıştığınız oyuncu ve set ekibinden arkadaşlar varmış. Bu sizin için keyifli olmuştur değil mi?
H.K.: Neredeyse yapım dahil olmak üzere setteki emekçi dostların yüzde 95’ini tanıyorum. Daha önce tanışma fırsatı bulduğum, hatta büyüdüklerine tanıklık ettiğim birçok arkadaşım var. Bu inanılmaz bir konfor alanı. Bakışarak anlaşıyoruz; o derece. Bu harika enerji sağlıyor.

AİLE ONLAR İÇİN HER ŞEY
Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’daki enişte rolünüz sevilmişti. Burada da bir kovalama sahnesinde atıfta bulunuldu. Emin ile Enişte’nin benzer yanları var mı?
H.K.: O sahnede, enişteye bir selam yollamak istedik. Sağ olsun, Kürşat’ın fikriydi. Beni çok onore etti. Biz de çok eğlendik. Enişte ile Emin arasında, aileye sadakat ve sevgi konusunda büyük benzerlikler var. Ama enişte başka bir parmak izi, Emin başka bir parmak izi. İkisini de oynamak çok keyifli ve güzeldi. Enişte ile 6 yıl yoldaşlık ettik. O bana çok şey öğretti, ben de ona çok şey anlatmaya çalıştım. Şimdi sıra Emin’de. İkisinin de aile konusunda çok keskin çizgileri var. Aile, onlar için her şey. En temel benzerlikleri bu.
‘Aile Saadeti’ samimiyetiyle çok sevildi. Böyle ailenin odakta olduğu işleri özlemiş miydik?
Esra KIZIDOĞAN: Evet, kesinlikle özlemişiz. Hepimizin biraz nefes almak, biraz gülümsemek, biraz da hatırlamak istediği o sıcaklık var içinde. Aile denen şey, sadece kan bağıyla değil; sofraya otururken kurulan göz temasında, bir omuz vermede ya da sessizce anlaşabilmekte gizli. “Aile Saadeti” tam da bu yerden yakalıyor bence. İçimizi ısıtan bir samimiyet var ve o samimiyetin seyirciye geçtiğini hissetmek çok kıymetli.
Öykü, mahalledeki çocuklara İngilizce dersi veriyor. Çocuklarla iletişimi iyi olan biri misiniz?
E.K.: Çocuklarla bir başka kanal açılıyor bende. Onların doğrudanlığı, filtrelenmemiş halleri çok etkileyici. Evet, iletişimim iyidir. Çocukların gözlerinin içine bakınca yaşadığım sahicilikte, oyunculuk da dâhil her şey bir adım geri çekiliyor. O yüzden Öykü’nün çocuklara yaklaşımı bana çok anlamlı geliyor.
Sizin aileniz kalabalık mı? Özel günlerde buluşur musunuz?
E.K.: Kalabalık bir aileyiz ve her bayram mutlaka bir araya geliriz. Herkes başka şehirlerde yaşasa da o buluşmalar sanki zamanı durduruyor. Sofranın etrafında yeniden çocuk oluveriyoruz. Çay demlenirken edilen sohbetin, bir dilim baklavanın ucundan çıkan kahkahanın yeri hep ayrı.

OYUNCULUK BÜYÜK BİR AŞK
Üniversitede önce inşaat, ardından felsefe okumuşsunuz. Oyunculuk serüveni nasıl başladı?
H.K.: Oyunculuğa çok erken başladım. 14 yaşımda ilk profesyonel oyunumdaydım. Bunun en büyük etkilerinden biri babamın sinema makinisti olmasıydı. Çocukluğumuz sinemalarda geçti. Galiba biraz ondan esinlenerek bu yolu seçtim. Önce küçük tiyatro gruplarında, sonra lisede kurulan tiyatro ekiplerinde yer aldım. Sonra yavaş yavaş profesyonel hayata adım attım. Bu süreçte bir meslek olarak oyunculuğa dair öğrenilmesi gereken her şeyi kendi sürecimle öğrendim. Ne zaman ne eksikse o eğitimi aldım. 50 yaşımdayım ve hiç ara vermedim. Hatta askerde bile… Hep öğrenmeye aç oldum. Oyunculuğu çok seviyorum. Bu aşk sayesinde eksik kalmaması adına çok çaba harcadım. İnşaat ailemin isteğiyle okuduğum bir bölümdü. Ailemdeki tüm erkekler inşaat mühendisiydi. Felsefe ise tamamen oyunculuk yaparken sıkıştığım noktaları anlamak ve geliştirmek için girdiğim bir öğrenme süreciydi. Yakında tekrar bir şey okumaya başlarsam şaşırmayın! Bu benim ihtiyacım. Mesleğimi en iyi şekilde yapmak konusunda biraz takıntılıyım.

İSTANBUL’U ANLAMAYA ÇALIŞTIM
İstanbul’a alışmakta zorluk çektiniz mi? Hiç olmayacak deyip bavulunuzu toplamış mıydınız?
E.K.: Kim toplamadı ki bavulunu? (Gülüyor) Elbette oldu. İstanbul bazen çok kalabalık, bazen çok yalnız. Başta kendime ait bir ritim bulmakta zorlandım ama sonra anladım ki İstanbul seni değil, sen onu anlamaya başlarsan ilişki kuruluyor. Şimdi buranın kendi karmaşasıyla barıştım. Ama hâlâ zaman zaman doğaya kaçmak şart!
Oyunculuk eğitimi de veriyorsunuz. “Ünlü olmak için gelen biri benden vazgeçer ama ben ondan vazgeçmem” demişsiniz. Neden?
E.K.: Çünkü herkesin arkasında bir hikâye vardır. Belki o kişi gerçekten sadece “ünlü olmak” için gelmiştir ama ben onun içindeki başka potansiyeli görmeye çalışırım. O yüzden kolay kolay vazgeçmem. Herkesin niyeti ilk başta berrak olmayabilir ama dönüşebilir. Ben insanlara o dönüşüm alanını sunmayı seviyorum.

YILLAR İÇİNDE SAKİNLEŞTİM
Mesafeli bir görünüşünüz var ama hoş sohbetsiniz röportajlarınızda. Benimle aynı yanılgıya düşenler oluyor mu?
E.K.: Bence herkesin kendine has bir enerjisi ve tarzı var. Yoğun ve zor bir hayatta hafifçe yaşamaya çalışıyorum aslında. Sakinleştim yıllar içinde, ama sohbetlerim çok keyifli ve içtendir. İnsanlarla derin bağlar kurmayı severim, sadece bunu zamana bırakırım. Böylece samimiyet daha da kıymetli olur diye düşünüyorum.

CÜNEYT ARKIN KAHRAMANIMIZDI
Yeşilçam filmleri, Yılmaz Güney ve Cüneyt Arkın gibi isimler oyunculuğa olan ilginizi etkilemiş. Nasıl bir yolculuktu sizin için?
H.K.: Bir sinema makinistinin oğluyum. Yılmaz Güney ve Cüneyt Arkın’la büyüdüm. O dönem, onların en parlak dönemiydi. Yılmaz Güney’in anlatım dilini çok severim. Cüneyt Arkın hepimizin çocukluk kahramanıydı. Diyarbakır’da onun filmlerinden birini izledikten sonra mahallede repliklerini tekrar eder, damdan dama atlamaya çalışırdık. Yaptığımız tahta kılıçlarla sahnelerini canlandırırdık. Bu yaşanmışlıklar, hayat boyu unutulmayacak izler bırakıyor. Zamanla çok fazla usta tanıma şansım oldu. En güzel hediyem; onları ekranda izledikten yıllar sonra aynı sahnede yer alabilmekti.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu