ENSAR KIVRAK / Türkiye’de Toplumsal Çatışmayı Körükleme Stratejisinin Bir Tezahürü Olarak “Leman”


Geçtiğimiz günlerde Leman dergisinde yayımlanan Peygamberimizin resmedildiği sözde karikatür, Türkiye‘de derin toplumsal kutuplaşmanın gözler önüne serildiği yeni bir örnek oldu. Karikatüre tepkiler birkaç saat içinde sosyal medyada çığa dönüştü, dergi hakkında savcılık soruşturması açıldı, dergi ofisi önünde kınayıcı eylemler yapılırken sözde özgürlük savunucuları da “ifade özgürlüğü” açıklamaları yaptı. Tüm bunlar, Türk toplumunu neredeyse ontolojik ölçekte iki kampa ayıran zihniyet farkını yeniden gün yüzüne çıkarttı.
Birinci kamp, sağcısı solcusu, dindarı seküleriyle ülkesine kök salmış, tüm çeşitliliğiyle bu toprakların tarihini, kültürünü ve inançlarını “bizim” kabul eden geniş bir çoğunluktan oluşur. Aralarında muhafazakâr mahalle gençleri de vardır, kentli sol aydınlar da. Onları birleştiren ortak yanları ise eleştirirken bile bu vatanın ve bu vatanın insanlarının iyiliği için kaygısına sadık kalmalarıdır. Yapılan uluslararası anketlerde “ülkem için savaşırım” sorusunda Türkiye’nin sürekli üst sıralarda çıkması boşuna değildir. Fedakârlık duygusu yüksek, aidiyeti güçlü bir kitle söz konusudur. Bayramlarda, millî maçlarda, afetlerde, depremlerde, acısıyla tatlısıyla aynı coşkuda buluşabilen bu topluluk, kutsallarına dokunulduğunda da aynı refleksle tepki verir. Dergi önünde eylem yapmaktan sosyal medyada kınamaya kadar sözde karikatüre gösterilen her türlü toplumsal tepki, tam da bu bağlılığın bir tezahürüdür.
Çok daha küçük ve marjinal bir azınlığı içine alan ikinci kamp ise bu bağlılığı paylaşmaz. Hatta çoğu zaman içine doğduğu topluma karşı derin bir yabancılaşma taşır. Bu zümre, bu toplumu meydana getiren tarihi, kültürü, dinî ve millî değerleri geri kalmışlığın birer sembolü görür. Onlara göre Türkiye, Batılı ölçülere erişemeyen bir çarpık modernliktir. Dolayısıyla bu topluma öykünmek yerine ondan uzak durmak, hatta onu aşağılamak fikri daha makul görünür. Onlar için topluma yabancılaşma had safhadadır. Bugün ifade özgürlüğü kisvesiyle sözde karikatürü savunurken kitlesel infiali alaya alanlar tam da topluma düşman bu yabancılaşmayı gözler önüne seriyor.
Böylesi iki uç, günlük hayatımızın her aşamasında karşı karşıya gelebilir. Örneğin yeni bir millî teknoloji projesi açıklandığında, ilk kamp öyle veya böyle bununla gurur duyarken ikinci kamp “ama motoru yabancı” diyerek küçümsemek için mazeretler arar. Uluslararası bir kriz yaşandığında, ilk kamp ulusal çıkarlarımızı desteklerken ikinci kamp örneğin “AİHM ne derse doğrudur” argümanına sarılabilir. Bu gibi örnekler istediğiniz kadar çoğaltılabilir.
Karikatür vakasında görülen sosyal medya patlaması, bu örneklerdeki azınlığın kör bakışlarını tekrar ispatlamıştır. Milyonlarca kişi için mesele inanç ve saygı iken bu azınlık kesim meseleyi yine karşıtlık üzerinde ele aldı. Bu yanılgının ardında, halkın inanç dünyasına nefretle karışık bir küçümseme sezilir. Tam da bu yüzden, Leman yönetiminin yanlış anlaşıldık savunması kamuoyundaki yarayı kapatmaya yetmediği gibi aksine bu yarayı derinleştirdi. Zira toplumsal çoğunluk karikatürün tekil bir hata değil, süreklilik arz eden kültürel tahkirin yeni bir halkası olduğunu biliyordu.
Tüm bunlara rağmen bugün ortak bir toplumsal kimlikten söz edilebilmesi, aslında toplumun geniş kesimlerinin toplumsal barışa ve huzura verdiği önem sayesindedir. Bu çoğunluk, farklı örnekleriyle daha önce de karşılaştığımız karikatür meselesinde olduğu gibi zaman zaman kendilerine ya da değerlerine yönelik küçümseyici söylemlerle karşılaşsa da toplumsal çatışmanın derinleşmesini engelleme yönünde tutum almayı tercih ediyor. Bu tutum, toplumumuzda birlik fikrinin hâlâ canlı olduğunu, ancak bunun tahkir edici azınlığa karşı sağduyulu yaklaşan geniş toplumsal kesimlere dayandığını göstermektedir. Zira malum dergi çevresi gibi toplumsal ayrışmayı besleyen gruplar, uygun gördükleri durumlarda toplumun değerlerini aşağılamak veya alaya almakta bir sakınca görmemektedir. Bu nedenle Türkiye’de toplumsal birlik, topluma düşman kesimlerin saldırgan tavırlarına karşın çoğunluğun kapsayıcı ve serinkanlı tavrına bağlıdır.
Elbette toplumsal sağduyunun sabrı da sonsuz değildir. Toplumun geniş kesimlerinin gösterdiği sabrı ve sükûneti sürdürmesi, ikinci kampın da aidiyetsizliğini sorgulamasını gerektirir. Kendini bir şekilde hâlâ bu topraklara yabancı hissedenlerin, eleştirel mesafe ile küçümseme ve nefret arasındaki farkı yeniden tanımlaması ve buna göre hareket etmesi zorunludur. Zira bu kimliğin hakarete dönüştüğü noktada, ifade özgürlüğü yerini provokasyona bırakıyor. Bu tür provokatif eylemler ise toplumun tahammül sınırlarını zorlayarak toplumsal barışı ve huzuru tehdit eder hale geliyor.
Bugün malum derginin sebep olduğu kriz vesilesiyle görüyoruz ki Türkiye’de kutuplaşma, ideolojik veya sınıfsal değil, daha çok bu topluma, bu ülkeye aidiyet temelli bir yarılmadır. Bu memleket benim diyenlere karşın, açık veya gizli bir şekilde bu ülkeye düşmanlık besleyenlerin sebep olduğu bir yarılma… Bu yarılmaya rağmen geniş toplumsal kesimlerin vicdana ve sağduyuya yaslanarak gösterdiği sabır, ortak çatı fikrini ayakta tutmaya devam ediyor. Türkiye’de halen toplumsal birlikten bahsedebiliyorsak, bu, kendi içinde çok farklı düşünen, çok farklı yaşayan ama ortak bir toplumsal paydada buluşabilen toplumun geniş kesimlerinin topluma düşmanlık besleyenlere karşı sağduyusunun ve ferasetinin bir sonucudur.