Sıra sana da gelir


ABD’nin “teröre destek veren devletler” listesinde İran, Irak, Suriye ve Libya başı çekiyordu.
Lakin 11 Eylül 2001’in ardından birinci sıraya Afganistan “yükseldi”, hemen ardından da Irak yer aldı.
Malumunuz, 11 Eylül‘den hemen sonra (7 Ekim 2001’de) Afganistan işgaline başladılar. Irak da işgal edilene kadar “terör listesinde” kaldı. Ne zamanki 2003’te işgal tamamlandı, terör listesinden çıkartıldı.
Dönemin ABD Başkanı George W. Bush, İran ve Irak’ı “şer ekseni” tesmiye etmişti. Irak işgale maruz kalarak mezkûr eksenden kurtulunca geriye İran kaldı.
İran öyle kolay lokma değildi. Her şeyden evvel tüm bölgenin iki buçuk devletinden biriydi: Türkiye, İran ve buçuk mesabesindeki Mısır.
***
İsrail’in bölgedeki en büyük müttefiki Rıza Pehlevi İran’ıydı. İsrail petrolünün yüzde 60’ını karşılıyordu. Humeyni 79 devrimiyle Şah’ı alaşağı edince tüm Filistin‘de sevinç çığlıkları yükseldi. Aynı yıl Tahran’ı ziyaret eden FKÖ Lideri Arafat da “Sizin bu devriminiz zaferimizin garantisidir…” dedi.
Devrimin ilk icraatından biri Tahran’da siyonist İsrail elçilik binasının tepesine Filistin Elçiliği tabelası asmak oldu.
Humeyni, Şah’ın İsrail’le kurduğu ilişkiye şiddetle karşı çıkarak, devrim yolunda en önemli dönemeçlerden biri sayılan ve tarihte 15 Hordad Kıyamı (1963) olarak geçen halk ayaklanmasını başlattığı için ABD ve İsrail’in nefret ettiği kişilerin başında geliyordu.
Hâliyle, ABD devrim yaptığı için İran’ı “cezalandırmakta” gecikmedi, ilk günden tüm mal varlığına el koydu. Yetmedi; Saddam Hüseyin‘in Irak’ını vekâlet savaşına (80-88) sürükledi. (Lafın burasında, Kissinger’a kimin kazanmasını istediği sorulduğunda, “İkisinin de kaybetmesini” cevabını verdiğini hatırlayalım.)
Kuvvetle muhtemel Saddam, Arapların liderliği için bunu fırsat bildi. Oysa, Alman Başbakanı Merz‘in “pis işler” tesmiye ettiği zilletin erken dönem icracısı olmaktan öteye geçemeyecekti… Saddam işbu savaş sonucunda harap olmuş Irak’ın dışında bir şey elde edemeyince, tazminat talep etti. Özetin de özeti şudur: Saddam’ı İran’la savaşa koşanlar, tazminat olarak Kuveyt‘i gösterdiler. Saddam’ın gözleri öyle kamaştı ki tuzağı göremedi. Fransa da bu körlüğe manipülasyon yöntemiyle az katkıda bulunmadı.
Nihayetinde Saddam, Kuveyt‘i işgal edince de “işgalci devlet” yaftasıyla ABD öncülüğündeki tüm koalisyon devletleri üzerine çullandı.
***
Saddam sonrası Irak’ta Şii çoğunluk kendine yer bulunca, İran da bunu fırsata dönüştürmeye çalıştı. Bu fırsat kapısını kimin neden açtığını adamakıllı teşrih masasına yazık ki yatırmadı.
Bu sözde fırsat kapısı arazide gitgide mezhep asabiyetine dönüştü, asabiyet de husumete.
Ki, mezhep kapışması ABD ve İsrail’in en çok istediğiydi…
Libya için çok ilginç tarife uyguladılar. Terör üzerinden sistematik şekilde itham edilen Kaddafi, Irak işgalinin ardından nükleer, kimyasal ve biyolojik silah programlarını sona erdirdiğini ilan etmek zorunda kaldı. Uluslararası Atom Enerjisi (UAEA) ile işbirliği sonucunda nükleer enerjiye dair tüm ekipmanları (Pakistan üzerinden elde edilen santrifüj parçaları dâhil) ABD’ye gönderdi.
Bunun karşılığında çok takdir gördü, alkışlandı, o kadar ki 2006’da ABD, Trablus‘ta büyükelçilik açtı.
Kaddafi’nin bu “başarısını” elde etmek için İran’da yırtınan zibil gibi insan var, Hamaney olmasa hepsi birden tuzluklarıyla koşarlar.
Sonuçta ne mi oldu?.. Kaddafi 2011’de NATO destekli güçler tarafından katledildi.
Geçen gün Kandil şeflerinden Mustafa Karasu‘nun konuşmasından bölgedeki gelişmeleri kendileri için “fırsat” gördüğünü ve bu fırsatı kullanmakta da çok gönüllü oldukları sonucunu çıkardım.
Şayet böyleyse, ABD ve İsrail’in açtığı fırsatlara tutunmanın akıbeti ABD’ye “fırsat” olmaktır.
Zira, hüküm değişmez: “Kim ki bir zalime yardım eder, Allah da o zalimi ona musallat eder.”