BERCAN TUTAR / ABD ve Çin semalarında Türk İHA’ları


Küresel dengelerde ve güç haritalarında kilit aktör konumuna gelen Türkiye’nin jeopolitik ve jeokültürel nüfuz sahası giderek genişliyor ve derinleşiyor. Türk diplomasisinin bir bakıma altın çağını yaşadığı bir süreçten geçiyoruz. İslam dünyasının “çelik çekirdeği” merciindeki Türkiye sadece Ortadoğu, Orta Asya, Kafkasya, Balkanlar ve Doğu Afrika gibi Türk-İslam ülkelerinde değil Avrupa, Asya Pasifik ve Latin Amerika’da da yükselişte.
Kuşku yok ki Türkiye’nin “hesaba katılır” bir pozisyona gelmesinde öncü diplomasisi kadar savunma sanayiinde yaptığı hamlelerin sağladığı caydırıcılık faktörü de çok etkili. Nitekim bugün Gazze’de soykırımda sınır tanımayan ve bölgesel savaş peşindeki İsrail’in dünyada çekindiği ve karşı karşıya gelmek istemediği yegâne güç Türkiye. Türkiye faktörü bu bağlamda İsrail’in kaotik projeleri önündeki en frenleyici dalgakıran işlevi görüyor.
***
Suriye’de Türkiye’nin sahadaki ve masadaki ağırlığını görüp geri adım atan siyonist rejim, Türkiye’nin İsrail-İran savaşında sergilediği proaktif diplomasiden de son derece rahatsız oldu. Dolayısıyla sadece beklenen ve umut bağlanan bir aktör değil Türkiye. Aynı zamanda hesaba katılan ve korkulan bir aktör de.
Aynı durum Çin, Rusya ve ABD gibi küresel aktörler için de geçerli. Kamplaşma ve ittifakların baskısı altındaki dünyada belki de bu yüzden olsa gerek özerk ve otonom strateji izleyebilen tek ülke Türkiye görünüyor. Dünyada hem Atlantik hem de Asya Pasifik güçleriyle bağımsız ilişki kurabilen Türkiye dışında bir aktör gösterebilmek çok zor. Hemen herkes Rusya, ABD ve Çin‘in nüfuz alanlarına göre bir strateji belirliyor.
Türkiye ise kendini, ulusal, bölgesel ve küresel çıkarlarını eksene alan bir yol izliyor. Burada en dikkat çekici bir unsur ise başka aktörlerin otonom stratejilerinden son derece rahatsız olan küresel güçlerin, Türkiye söz konusu olunca bu kırmızı çizgilerini esnetmeleridir.
***
Bunun en somut göstergelerinden biri, Çin ile ABD arasında küresel güç mücadelesinin en çetin bölgelerinden sayılan Güney Asya’dır. Sayın Erdoğan’ın 10-13 Şubat tarihlerinde Malezya, Endonezya ve Pakistan’a düzenlediği tarihi çıkarma küresel kırılmalara yol açtı.
Bu ülkelerle imzalanan stratejik ve savunma anlaşmaları yeni bir çığır açtı. Asya Pasifik‘e ve Büyük Avrasya coğrafyasına yönelik hegemonik rekabette can damarı konumundaki bu bölgede Çin ve ABD dışında ilk kez üçüncü bir aktör olarak Türkiye rüzgârları esiyor.
İşin ilginç yanı ise Çin ve ABD’nin sadece Türkiye’ye karşı değil Türkiye’nin patronajına giren ülkelere karşı da daha özenli davranmaları. Bu ülkelerden biri de Malezya. Kuala Lumpur yönetimi, bugünlerde Güney Çin Denizi üzerinde ve ABD’nin nüfuz sahası sayılan Malakka Boğazı üzerinde satın aldığı Türk İHA’larını rahatça uçuruyor. Uzun zamandır ABD veya Çin’in tarafını tutma baskısıyla karşı karşıya kalan Malezya, tercihini Türkiye’den yana yaptı. Bunu da deniz sahasına Türk İHA’larını konuşlandırarak gösterdi.
Bu cesur hamlenin küresel jeopolitikadaki sembolizmi şimdiden Batılı ve Doğulu analistleri cezbediyor. Türkiye’nin Malezya ile sergilediği işbirliği Güneydoğu Asya’dan başlayarak Pasifik ve Avrasya coğrafyasındaki sıfır toplamlı mücadelenin dinamiklerini temellerinden dönüştürecektir. Türkiye faktörü hem istikrar üreten hem caydırıcı mahiyete sahip çok katmanlı bir stratejinin hayata geçmesine imkân sağlıyor. Bunun etkilerini önümüzdeki dönemde daha da yakından göreceğiz.