YAZARLAR

NURULLAH GÜR / Ekonomiler jeopolitik kıskaçlardan kurtulmaya çalışıyor

İsrail ve İran arasında kısmi bir ateşkes sağlanmış gibi görünüyor. Ateşkes sonrası petrol fiyatlarının düşmeye başlaması Türkiye için oldukça kritik. Burada önemli olan, üretim ve istihdamda en az kayıpla enflasyonu düşürebilmektir

Jeopolitik gerilimler bu hafta itibarıyla biraz soğudu. İsrail ve İran arasında kısmi bir ateşkes sağlanmış gibi görünüyor. Tarafların söylem ve eylemleri ateşkesle ilgili bazı soru işaretleri oluştursa da ABD, iki ülkeyi de çatışmaları sonlandırmaları yönünde baskı yapıyor. İsrail, İran ve ABD günün sonunda kendi taraftarlarına satabilecekleri argümanlar ortaya koyup zaferini ilan ediyor. Bu “danışıklı dövüş”e şimdilik son verilmesi, küresel ekonomi üzerindeki baskıları bir nebze olsun azalttı.
Önce RusyaUkrayna, ardından İsrail-İran cephelerinde çatışmaların yaşanmasıyla 60 dolardan 78 dolara doğru yükseliş yaşayan petrol fiyatları, ateşkes sonrası 67 dolara düştü. Petrol fiyatlarının düşmeye başlaması, Türkiye için oldukça kritik bir gelişme. Enflasyonla mücadele hassas bir dengede ilerlemeye çalışıldığı için, enflasyon beklentilerini olumsuz etkileyebilecek en ufak bir şokun yaşanmaması bile çok önemli. Dolayısıyla, petrol fiyatlarının gerilemesi, yaz aylarında enflasyon rakamlarında beklenen düşüşe fırsat sağlayabilir.

REEL EKONOMİ ÇIKIŞ YOLU ARIYOR
Jeopolitik gerilimlerden kaynaklanan enflasyon riski hafiflemiş olsa da reel ekonomi tarafında tatsız seyir devam ediyor. Yüksek finansman maliyetleri, reel ekonomiye ilişkin göstergeleri aşağıya çekiyor. İmalat sanayi kapasite kullanım oranı haziran ayında geriledi. Mevsimsellikten arındırılmış kapasite kullanım oranı yüzde 75.1’den yüzde 74.4’e geriledi. Geçen yılın haziranında oran yüzde 76.2 seviyesindeydi.
İktisadi aktiviteyi soğutmadan enflasyonu aşağıya indirmek çok mümkün bir şey değil. Para ve maliye politikalarının sıkılaşması, kaçınılmaz olarak ekonomiyi yavaşlatıyor. Burada kritik olan, üretim ve istihdamda en az kayıpla enflasyonu düşürebilmektir. Bunun için piyasa mekanizması dahilinde kredileri daha seçici dağıtmanın yanı sıra, kamunun da kaynak ve teşviklerini seçici dağıtması elzemdir.

SEÇİCİ TEŞVİKLER & NİTELİKLİ DEĞİŞİM
Kamu, reel sektöre verdiği teşvikleri seçici hale getirme noktasında son yıllarda önemli adımlar attı. Türkiye’nin sanayi ve teknoloji politikaları kapsamında verdiği en nitelikli ve seçici teşviklerinden olan Yatırım Taahhütlü Avans Kredisi (YTAK) programının büyüklüğü geçen hafta 300 milyar TL’den 500 milyar TL’ye yükseldi. Geçen haftanın yoğun gündeminden dolayı bu gelişmeyi yazma fırsatı bulamamıştım. Bu yerinde hamlenin arada kaynamasını istemedim.
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın birlikte yürüttüğü YTAK programında fonlamanın vadesinin uzun olmasının yanı sıra finansman maliyetleri de piyasa koşullarının yaklaşık üçte birine denk geliyor. İçeride ve dışarıda ekonomik koşulların oldukça çetin olduğu bu dönemde YTAK ve HIT-30 gibi destek programları ile yüksek teknolojili üretimi desteklemek oldukça hayati. Türkiye’nin enflasyon ve cari açık gibi kronik sorunlarını çözmesi ve dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girmesi için bataryadan çipe, endüstriyel robotlardan güneş panellerine kadar gelecek vaat eden ürün gruplarında atılım yapmak şart. Orta-yüksek ve yüksek teknolojili sanayi ürünlerinin toplam payının son 10 yılda yüzde 27.72’den yüzde 31.6’ya yükselmesi, yeterli olmasa da kıymetli bir gelişme.

Bununla birlikte, emek yoğun sektörlerin de bu çetin dönemde göz ardı edilmemesi gerekiyor. Emek yoğun sektörler, Türkiye’nin yüksek gelirli ülkeler liginde üst basamaklara erişmesi için yeterli katma değer ve verimliliği sağlamanın uzağında olsalar da, ihracat ve istihdam noktasında önemli olan bu sektörleri göz ardı etmek doğru olmayacaktır.
Burada zombi şirketlerin zorla yüzdürülmeye devam edilmesini kastetmiyorum. Üretim kapasitesi, küresel tedarik zincirlerine bağlantıları ve ihracat açısından hâlen belli potansiyeli olan şirketlere kapsamlı bir programla kendilerini dönüştürebilmeleri için fırsat vermeliyiz. Bu sektörlerdeki işletme sermayesi, deneyim ve beşerî sermaye olmadan Türkiye ekonomisinin ilerlemesi yavaşlar. Daha verimli, katma değerli ve gelecek vaat eden sektörlere geçiş yapabilmek için emek yoğun sektörlerin de kendi içinde değişmesi gerekiyor. Burada kamu, alıştığımız tarzda kısa vadeli kredi destekleri vermek yerine bu sektörlerde markalaşma, tasarım, inovasyon ve çalışanların beceri gelişimini özendiren kapsamlı bir destek programını hayata geçirmesi daha etkin olacak.
Özetle, Türkiye ekonomisinin geleceği emek yoğun sektörlerde olamaz; ancak bu sektörleri bugün kendi başlarına bıraktığımız zaman oluşabilecek sosyo-ekonomik problemler, gelecek vaat eden sektörlerin gelişimini de olumsuz etkileyebilir. Unutmayalım ki, ekonomik kalkınma, uzun bir sıçramayla aradaki basamakları atlamaktan ziyade istikrarlı bir tırmanış sürecidir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu