YAZARLAR

HÜSEYİN ARSLAN / İsrail’in Yayılmacı Politikalarına Karşı Türkiye’de Siyasi Partilerin Tutumu

7 Ekim 2023 tarihinde başlayan Aksa Tufanı operasyonu, Filistin direnişi açısından yeni bir safhanın başlangıcını temsil etmiş ve uluslararası kamuoyunda geniş yankı uyandırmıştır. Bu gelişme, uzun süredir sistematik baskı, yerinden etme ve ağır insan hakları ihlalleriyle karşı karşıya kalan Filistin halkının, tarihsel direniş sürecindeki önemli bir kırılma noktasıdır.

Bu tarihten itibaren İsrail’in Gazze Şeridi‘nde yürüttüğü askeri operasyonlar, soykırıma varan saldırıları, altyapının bilinçli olarak tahrip edilmesi ve insani yardım koridorlarının engellenmesi gibi uygulamalar nedeniyle, uluslararası insan hakları örgütleri ve bağımsız gözlemciler tarafından “savaş suçu” ve “insanlığa karşı suç” kapsamında ele alınmaya başlanmıştır. İsrail’in bu süreçte sergilediği saldırgan tutum, “Arz-ı Mev’ud” doktrini etrafında şekillenen genişleme politikasının askeri ve jeopolitik boyutunu gözler önüne sermiştir.

Batı dünyasının tavrı ise bu süreçte eleştirel bir biçimde tartışılmıştır. Demokrasi, insan hakları ve uluslararası hukuk gibi kavramları küresel düzlemde savunduğunu iddia eden birçok Batılı devlet, İsrail’in askeri operasyonlarına doğrudan ya da dolaylı destek vermek suretiyle bu normatif ilkelerle çelişen bir pozisyon almıştır. Bu durum, uluslararası ilişkiler literatüründe sıkça vurgulanan “çifte standart” eleştirilerini yeniden gündeme taşımış ve normatif değerlerin jeopolitik çıkarlar karşısında nasıl araçsallaştırılabildiğini göstermiştir.

Aksa Tufanı’nın ardından yaşanan gelişmeler yalnızca Filistin-İsrail çatışmasının dinamiklerini değil, küresel güç dengelerini ve bölgesel güvenlik mimarisini de doğrudan etkilemiştir. İsrail’in Gazze‘de yaptığı soykırımın ardından İran‘a yönelik saldırısı, bölgesel emellerini bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Hükümetin ve Siyasi Partilerin İsrail’in İran Saldırısına Karşı Yaklaşımları
İsrail, bölgedeki etkinliğini sürdürmek ve derinleştirmek amacıyla Ortadoğu’yu sürekli bir kaos ortamına sürüklemeyi hedeflemektedir. Bu stratejik yaklaşım, yalnızca jeopolitik çıkarlarla sınırlı kalmamakta; aynı zamanda uluslararası hukuk normlarını hiçe sayan sistematik bir kural tanımazlık pratiğiyle birleşmektedir. İsrail’in, “Arz-ı Mev’ud” ekseninde şekillendirdiği bu politikalar, doğrudan Türkiye‘yi de etkilemektedir. Bu çerçevede Sayın Cumhurbaşkanı, İsrail’in İran’a yönelik saldırgan tutumunu açık biçimde eleştirmiştir. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın 51. Dışişleri Bakanları Konseyi Toplantısı’nda yaptığı konuşmada; Müslüman dünyasının etnik, mezhebi ya da coğrafi ayrımları aşarak ortak bir duruş sergilemesi gerektiğine dikkat çekmiştir. Sayın Cumhurbaşkanı, “Türk’ü, Kürt’ü, Arap’ı, Fars’ıyla; Sünni’siyle, Şii’siyle, Alevi’siyle; Afrikalı, Asyalı ve Latin Amerikalısıyla ve diğer tüm mezhep ve kökenleriyle Müslümanların kıblesi gibi kaderleri de ortaktır.” ifadeleriyle, İslam coğrafyasındaki ortak kader bilincine vurgu yapmıştır. Bu birlik çağrısı, aynı zamanda Hz. Peygamber’in şu hadisine de atıfla temellendirilmiştir: “İki birden, üç ikiden, dört de üçten iyidir. İttifak ediniz!”

Türkiye’deki siyasi partilerin konuya dair gösterdikleri tepkiler de bu çok katmanlı çatışma sürecinin yalnızca dış politika değil, iç politika açısından da ne denli önemli olduğunu göstermektedir. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, İsrail’in İran’a yönelik gerçekleştirdiği saldırıyı açık bir dille kınamış ve Türkiye’nin bu saldırıya karşı gerekli tüm önlemleri alması gerektiğini ifade etmiştir. Özel, İran’daki siyasal rejimi eleştirmekle birlikte, bu rejimin değişiminin ancak İran halkının kendi iradesiyle ve demokratik talepleri doğrultusunda gerçekleşmesi gerektiğini vurgulamıştır. İsrail’in böyle bir dönüşüme dış müdahaleyle öncülük etmesinin kabul edilemez olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Özel, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin İsrail’e karşı alacağı sert ve kararlı önlemleri destekleyeceklerini ifade ederek, İsrail’e karşı ne gerekiyorsa yapılması gerektiği görüşünü kamuoyuyla paylaşmıştır.

İYİ Parti cephesinden, İsrail’in bölgede yaratmak istediği kaos ortamına dikkat çekilerek, bu saldırıların yalnızca İran’ı değil, dolaylı olarak Türkiye’yi de etkileyebilecek derin sonuçlar doğurabileceğini vurgulamıştır. Özellikle İsrail destekli PJAK’ın (Kürdistan Özgür Yaşam Partisi) İran’da bir iç savaş zemini oluşturma çabalarına değinen Dervişoğlu, bu girişimlerin İran ile birlikte Türkiye’nin de siyasi ve toplumsal birliğini parçalamaya yönelik olduğunun altını çizmiştir.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise İsrail’in gerçekleştirdiği İran’a yönelik saldırının bölgesel istikrar açısından son derece tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini ifade etmiş ve bu sürecin kontrol altına alınamaması hâlinde Üçüncü Dünya Savaşı’na varabilecek bir çatışma ortamına zemin hazırlayabileceği uyarısında bulunmuştur. Bahçeli, İsrail’in saldırgan politikasının arka planındaki stratejik hedefleri ise şu sözlerle özetlemiştir: “İsrail, İran’a saldırarak Gazze soykırımını perdelemek istemiş, Terörsüz Türkiye’nin tekerine çomak sokmayı tertip etmiş, korku uyandırarak komşu coğrafyaların Siyonist-emperyalist kurguya göre yeni baştan tanzimini ve tasnifini planlamıştır.”

Bu açıklamada Bahçeli, İsrail’in İran’a yönelik bir askeri operasyon gerçekleştirmekle Gazze’de yürüttüğü insan hakları ihlallerinden dikkatleri uzaklaştırmayı, Türkiye’nin güvenlik politikalarına zarar vermeyi ve Ortadoğu’nun siyasal haritasını dış müdahaleyle yeniden şekillendirmeyi amaçladığını vurgulamaktadır. Devlet Bahçeli’ye göre, coğrafyaların bombardımanlarla “silkelenmesi”, yani zorla dönüştürülmesi, mevcut dengeleri alt üst edip barışçıl diyalog girişimlerini engelleyecek, huzur ve istikrar umutlarını gölgeleyerek vekâlet savaşlarını daha da şiddetlendirecektir.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, İsrail’in İran’a yönelik saldırılarının yalnızca bölgesel düzeyde değil, küresel ölçekte de ciddi sonuçlara yol açabileceğine dikkat çekmiş ve bu sürecin Üçüncü Dünya Savaşı’nı tetikleyebilecek tehlikeli bir gelişme olduğunu vurgulamıştır. Hatimoğulları, çatışmaların derhal durdurulması ve diplomatik çözüm yollarının önceliklendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Saadet Partisi cephesi de İsrail’in Ortadoğu’daki saldırgan tutumunu ve bu girişimlerinin nihai amacının yalnızca İran’ı hedef almakla sınırlı olmadığını, asıl hedefin Türkiye ve bölge genelindeki istikrar olduğunu ifade etmiştir. İsrail’in bölgeyi kaosa sürükleme stratejisinin, daha geniş çaplı jeopolitik hedeflere hizmet ettiğini ve bu nedenle meselenin yalnızca İran bağlamında ele alınamayacağı vurgulanmıştır.

Bu çerçevede Saadet Partisinden İsrail’in izlediği politikaların arkasında küresel Siyonizm’in sistematik bir planının bulunduğu ileri sürülerek, bu yapıya karşı bölgesel ve küresel ölçekte kararlı ve ortak bir direnişin geliştirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Saadet Partisi’nin bu yaklaşımı, İsrail’in mevcut eylemlerini daha geniş ideolojik ve tarihsel bir bağlamda ele alarak, milli güvenlik perspektifiyle birlikte ümmet bilinci temelinde bir dayanışma çağrısı içermektedir.

Yeniden Refah Partisi, İsrail’in İran’a yönelik saldırılarını yalnızca ikili bir çatışma çerçevesinde değil, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bağlamında değerlendirmiş ve bu saldırıların temel amacının bölgesel istikrarsızlık yaratmak olduğunu ifade etmiştir. Parti yetkilileri, İsrail’in bu stratejik hamlelerle tüm bölgeyi kaosa sürüklemeyi hedeflediğini vurgulamışlardır. Batı dünyasının İsrail’in güvenliğini sağlamak adına uluslararası hukuk normlarını ve temel insan haklarını göz ardı etmesini sert bir biçimde eleştiren Yeniden Refah Partisi, bu tutumun çifte standartlı ve çıkar odaklı bir yaklaşımın açık göstergesi olduğunu belirtmiştir.

Kısacası Aksa Tufanı sonrası yaşanan gelişmeler, Filistin-İsrail çatışmasını aşan ve Ortadoğu’daki güç dengelerini derinden etkileyen bir krizi ortaya koymaktadır. İsrail’in yayılmacı politikaları hem bölgesel istikrarı tehdit etmekte hem de uluslararası normların geçerliliğini de sorgulatmaktadır. Türkiye’deki farklı siyasi aktörlerin tepkileri, bu durumun ulusal güvenlik ve küresel adalet açısından çok boyutlu bir tehdit oluşturduğuna işaret etmektedir. İsrail’in PJAK üzerinden yürüttüğü hamleler ise doğrudan Türkiye’nin güvenliğine ve “Terörsüz Türkiye” stratejisine yöneliktir. Bu nedenle, İsrail’e karşı İslam ülkelerinin ilkeli ve kolektif bir karşı duruş ihtiyacı daha da önem kazanmaktadır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu