YAZARLAR

SİBEL DÜZ / Dronlar ve Füzelerle Değişen Muharebe Dinamikleri

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile başlayan süreç modern savaş dinamiklerini radikal bir şekilde değiştiren bir dönüm noktasının da başlangıcı olmuştur. Akabinde yaşanan İsrail-İran gerginliği, geleneksel muharebe sahasının balistik ve hipersonik füze kullanımı ve insansız hava araçları ile dönüşümünün gözle görülür emarelerini sunmaktadır. Bir yandan balistik ve hipersonik füzeler stratejik caydırıcılık araçlarından konvansiyonel savaş silahlarına doğru evrilirken, insansız sistemlerin ülkelere önemli bir kapasite katkısı ve yetkinliği kazandırdığı, artık taktik bir araçtan ziyade stratejik bir caydırıcılık unsuru haline geldiği de gözler önüne serilmiştir.

İsrail’in Haziran 2025’te başlattığı “Operation Rising Lion” harekatı kapsamında gerçekleştirdiği önleyici hava saldırıları, bu alanda teknik üstünlüğün belirleyici olduğunu göstermiş, bu dönüşümün en çarpıcı örneklerinden biri olmuştur. Bu operasyonda İsrail, İran topraklarına önceden gizlice yerleştirdiği FPV (First-Person View) dronları eş zamanlı olarak aktive etmiş; bu dronlarla radarlar, füze rampaları ve hava savunma sistemleri hedef alınarak İran’ın erken uyarı kapasitesi felce uğratılmıştır. Aynı anda F-35 savaş uçakları ile yüksek hassasiyetli hava saldırısı gerçekleştirilmiş; İran’ın nükleer altyapısı ve füze lojistiği büyük ölçüde imha edilmiştir. Bu, savaş tarihinde insansız sistemlerin ön hazırlık ve bastırma görevinde entegre şekilde kullanıldığı ilk büyük ölçekli harekatlardan biri olarak dikkat çekmektedir.

Dron ve füzeler ciddi altyapı, enerji tesisleri ve sivil yaşam alanı hasarına neden olmakla birlikte, muharebe alanındaki psikolojik ve lojistik etkileri de azımsanmayacak ölçüde derindir. Özellikle İran’ın karşı misillemesinde kullandığı balistik füze ve dronun büyük bölümü, İsrail’in hava savunma sistemleri tarafından etkisiz hale getirilmiş olsa da sivil halkta büyük panik ve tedirginlik yaratmış, psikolojik harp boyutunun çatışmalarda giderek daha merkezi hale geldiğini göstermiştir.

Öte yandan, devlet aktörleri dışında, devlet dışı aktörlerin de benzer kapasite ve kabiliyetlere erişimi ve kullanımı çok cepheli bir tehdit matrisi oluşturmakta, bölgesel güvenlik dengelerini istikrarsızlaştırmaktadır. İran’ın Irak, Suriye ve Lübnan’daki vekil unsurlar üzerinden yürüttüğü füze ve İHA saldırılarında görüldüğü üzere, devlet dışı aktörler artık konvansiyonel çatışma sahasının parçası haline gelmiş ve doğrudan stratejik etki yaratabilecek kapasiteye ulaşmıştır. Ancak İsrail’in bu vekil unsurlara karşı geliştirdiği genişletilmiş bölgesel müdahale stratejisi, bu tehditlerin caydırıcılığını da kısıtlamaktadır.

Ukrayna tecrübesiyle başlayan, İsrail-İran gerginliği ile pekişen süreç; balistik ve hipersonik füzeler ile insansız sistemler kullanılarak gerçekleştirilen sofistike saldırılarda, en gelişmiş hava savunma ile radar ve sensör sistemlerinin bile yetersiz kalabileceğini ispatlamıştır. Geniş çaplı bir füze saldırısı senaryosunda, son derece gelişmiş, ileri teknoloji ile üretilen sistemlerin dahi aşırı yüklenme riskiyle karşı karşıya kaldığı, ülkelerin savunma teknolojileri kapasitesi ve silahlanma yarışı hususunda stratejik hesaplamalar yaparken maliyet-sürdürülebilirlik ikilemi gibi sorunsalları yeniden değerlendirmesi gerektiği açıkça görülmüştür. Örneğin, Iron Dome ve Arrow gibi savunma sistemlerinin her bir önleme mermisi yüz binlerce dolarlık maliyetler doğururken, İran’ın kitlesel üretimle ürettiği basit dronlar ve balistik füzeler çok daha düşük maliyetli ancak kümülatif baskı yaratma potansiyeline sahiptir. Bu durum, ileri teknolojiye sahip ülkeleri ekonomik sürdürülebilirlik bakımından kırılgan hale getirebilmektedir.

Bu tür teknolojilerin muharebe alanında yaygın kullanımının en önemli etkilerinden biri de savaşın psikolojik boyutudur. Uzun menzilli, hassas güdümlü, tahrip etkisi yüksek teknolojilerin kullanımı arttıkça, sivil nüfus üzerindeki tesiri kitlesel panik ve göç dalgaları ile kamu düzeninin tesis edilmesinde aksamalar ile kendini göstermektedir. İsrail’in siber saldırılarla İran’ın banka sistemlerine, televizyon yayınlarına ve iletişim ağlarına eş zamanlı müdahalelerde bulunması, siber ve psikolojik harp unsurlarının kinetik operasyonlarla iç içe geçtiğini ortaya koymaktadır. Aynı şekilde İran’ın füze saldırıları esnasında sivil nüfusun hava saldırı uyarı sistemlerine olan güveninin zedelenmesi, devlet-toplum ilişkilerinde kalıcı etkiler doğurabilecek yeni bir travma üretmiştir.

Öte yandan, Avrupa ülkelerinin yeniden silahlanma (Rearm Europe) eğiliminde olduğu gibi, savunma politikalarında ve paradigmalarında değişimlere de sebebiyet vermektedir. Avrupa ülkeleri savunma harcamaları ve altyapılarına yatırımlarını artırırken, Ortadoğu ülkeleri savunma ve güvenlik çerçeveli yeni stratejik ortaklıklar inşa etmekte, Asya ülkeleri ise mevcut Ar-Ge faaliyetlerini genişletmekte ve savunma programlarını hızlandırmaktadır. Kısaca söz konusu stratejik yönelim, diplomatik enstrümanlar ve diyalog kanalıyla çatışma çözümünün önüne geçen küresel bir silahlanma yarışına katkı sağlamaktadır. Kriz yönetimini zorlaştıran bu tutum, bölgesel ve küresel çatışmalarda da arzu edilmeyen eskalasyon riskini de beraberinde getirmektedir.

Taktiksel düzeyde ise sofistike silah ve teknoloji kullanımının muharebe alanı ve ötesine devrim niteliğinde etkileri olduğu ifade edilmektedir. Örneğin, artık stratejik hedeflerin imhasında büyük ve pahalı silah sistemlerinin yerini, küçük, ucuz ama etkili FPV dronların aldığı, asimetrik savaş dengelerini tamamen alt üst eden yeni bir çağın başladığından bahsedebiliriz. Taarruz yeteneği kazandırılmış dronlar ile hava savunma sistemleri, radarlar, füze rampaları gibi yüksek değerli hedefler doğrudan imha edilebilmektedir.

İsrail’in İran’da icra ettiği F-35 operasyonlarında tanıklık ettiğimiz üzere, dronlar hava sahasında “görünmez koridorlar” açarak savaş uçaklarının etkili bir şekilde görev icrasına olanak tanımaktadır. Ya da İran örneğinde olduğu gibi hedef ülke sınırlarına önceden gizlice sokulup, hava savunma sistemlerini baypas ederek hedef ülkenin iç güvenlik zaaflarını gözler önüne serebilmektedir. Görülüyor ki, bu tür teknolojilerin etkin kullanımı taktiksel optimizasyon ve uyarlamaları zorunlu kılarak, inovasyonel taktikler geliştirmeyi de zaruri kılmaktadır.

Gerek Ukrayna-Rusya gerekse İsrail-İran örnekleri üzerinden açıkça görülmektedir ki, modern savaş artık çok boyutlu, hızlı tempolu, düşük maliyetli ancak yüksek yıkımlı araçlara dayalı hibrit operasyonlarla icra edilmektedir. Stratejik hedefler artık büyük platformlarla değil; dronlar, hassas güdümlü mühimmatlar ve siber araçlarla vurulmaktadır. Bu dönüşüm sadece taktik seviyeyi değil; ülkelerin savunma doktrinlerini, dış politikalarını ve hatta iç güvenlik stratejilerini bile yeniden şekillendirmektedir. Dronlar ve füze sistemleri artık yalnızca savaş araçları değil; jeopolitik mesajlar ileten, caydırıcılığı yeniden tanımlayan ve savaşın seyrini belirleyen stratejik unsurlar haline gelmiştir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu