HÜLYA GÜLER / Bir temcit pilavı hikayesi: Schengen Vizesi


Her ülkenin temcit pilavına dönen hikayeleri vardır. Bizim hikayelerimizden biri AB üyelik süreci. AB’nin ömrü 67 yıl, Türkiye’nin AB üyelik başvurusunun geçmişi 66 yıl. Yani dedelerin başvurusunun sonucunu torunları bile göremedi. Hepimiz gayet iyi biliyoruz da yine de arada bir tekrar edince acı gerçek daha net görülüyor. Üstelik bu mazimize rağmen AB’nin vize uyguladığı tek aday ülke Türkiye. Sadece ikiüç ülke saymam, meselenin ne kadar siyasi olduğunu anlatmak için yeterli. Örneğin AB, Gürcistan, Kolombiya, Venezuella’dan vize istemiyor. Savaştaki Ukraynalılar bile AB ülkelerine vizesiz seyahat ediyor. Ama Avrupa‘da milyarlarca dolarlık yatırımları bulunan, birçok AB üyesi ülkenin bir numaralı ticari partneri konumundaki Türkiye vatandaşlarına vize uygulaması değil, Schengen zorluğu yaşatılıyor. Geçenlerde AB Türkiye Delegasyon Başkanı Thomas Ossowski, bu durumu ‘utanç verici’ olarak niteledi. Elbette Büyükelçi’nin açıklamalarını önemsiyorum ama AB’nin siyasi tavrının da farkındayım. Ossowski’nin açıklamasının ardından DEİK/Türkiye-Avrupa İş Konseyleri Koordinatör Başkanı Mehmet Ali Yalçındağ da güzel bir çıkış yaptı; “Artık bu vize meselesini konuşmaktan sıkıldık” dedi. Hepimizin duygularına tercüman olan bu açıklamada Yalçındağ, Türk firmalarının AB ülkelerinde 34 milyar doları aşan sermayesinin bulunduğuna dikkat çekti. Sözlerinin devamı şöyle: “Türkiye’nin vize serbestisi için karşılaması gerektiği ifade edilen son 6 kriter bir yana, AB’nin bürokratik yapısına pek çok açıdan entegrasyonu mümkün olmayan; ancak vize serbestisinden yararlanan ülkeler örnek alındığında, maalesef ortaya çıkan tablo sorunun çözümüne yönelik Avrupalı dostlarımızın isteksizliğini gösteriyor. Biz her görüşmede, her toplantıda ve her açıklamada ele alınan kurumsal ve evrensel ilkelerin herkes için eşit düzeyde uygulanmasını ve bu ilkelerin gündelik siyasi olayları yorumlarken basit enstrümanlara dönüştürülmemesini arzu ediyoruz. Artık geçtiğimiz on yılların yersiz korkularından ve kalıplarından sıyrılmalıyız. Eğer sıyrılamazsak dünyanın karşı karşıya kaldığı krizleri fırsata çevirmek bir yana, bu krizlere kapılırız.” Yalçındağ’ın açıklamasında bir önemli uyarı daha vardı, “Vize meselesi aşmaya çalışmaktan yorulduğumuz bir bariyer haline geldi” diye. Bu bizim sıkılmamızdan da önemli bir konu. Oysa dünyada hızla değişiyor. Oluşacak yeni fırsat haritasında Türkiye’nin alternatifleri çok. Ama Rusya’ya ambargo uygulayan ve dolayısıyla enerji azlığı çeken, Çin’e uzak kalan AB’nin aradığı en yakın çözüm Türkiye. O yüzden konuyu burada kesiyorum zira artık aynı şeyleri yazmaktan/okumaktan biz de yorulduk. Tek diyeceğim; umarım AB’nin Ossowski gibi durumun farkında olan ve en kısa sürede meseleyi çözmeye niyetli adımlar atacak yeterli ‘lideri’ vardır.
***
THE ECONOMİST İRAN’I NEDEN 6 PARÇAYA BÖLDÜ?
Haftaya bölgemizde süren bir savaşla başladık, ateşkesle bitirdik. The Economist‘in geçen haftaki sayısı da 12 Günlük İran-İsaril Savaşı devam ederken piyasaya çıktı. Yazmasam olmazdı zira malum dergi kapağında ‘Bu iş nasıl bitecek‘ diye bir soru sordu. Buraya kadar her şey normal, insanlığa ilişkin iyi niyetli bir kaygı da taşıyan bu başlıkta bir sorun yok ama kapağın tasarımı dünyadaki ayrımcılığın bir kez daha itirafı gibi. Çünkü The Economist kapağında sadece İran bayrağına yer vermiş. Bayrak yırtık ve büyüklüküçüklü 6 parçaya ayrılmış. The Economist’i iyi bildiğimiz için acaba bilinçli olarak mı 6 parçaya bölünmüş, işte bunu zamanla göreceğiz.