YAZARLAR

BERCAN TUTAR / Küresel jeo-kültürel gidişat

Büyük güçler arası küresel rekabete sahne olan dünya jeo-politik açıdan olduğu kadar jeo-kültürel açıdan da büyük bir dönüşümün arifesinde bulunuyor. Uluslararası medya bugünlerde daha çok küresel güç haritalarındaki değişime odaklanıyor. Kültürel alandaki değişime dair küresel dip akıntı pek fazla gündeme gelmiyor.
Oysa kültürel anlamda ulusal, dini, ahlaki ve siyasi değerler başta aile mefhumu olmak üzere cumhuriyet, demokrasi, vatandaşlık, ideolojiler, kimlikler, haklar, adalet ve hukuk gibi kavramlar üzerinden yeniden tartışılıyor ve yerelden evrensele doğru yeniden tanımlanıyor.
Bu bağlamda anayasalar yeniden yazılıyor. Çünkü Fransız düşünür Voltaire’in Kutsal Roma İmparatorluğu hakkında söylediği “Ne kutsaldı ne Romalıydı ne de bir imparatorluktu” şeklindeki tanımı küresel sistem ile bu sistemin ana lokomotifi konumundaki ulus devlet, neo-liberal kapitalizm ve demokrasi gibi küresel ekopolitik kavramlar için de geçerli hale gelmeye başladı.

***

Şu an kendini dünyaya dayatan küresel neo-liberal sistem gelip ırkçılığa ve soykırıma dayandığı için bütün vasıflarını kaybetmiş durumda. Uluslararası düzen artık ne küresel, ne liberal ne de bir sistem özelliği taşıyor. Yapısal sorunların temelinde ise değerler sistemindeki krizler yatıyor.
Jeo-kültürel sorunlar çözülemezse dünyanın şu an Gazze’den dolayı yaşadığı ‘siyonazi’ travması Nazilere ve Siyonistlere has bir mikro strateji olmaktan çıkıp ‘Küresel Weimar’a dönüşecek.
İster birey ister grup isterse devlet olsun hak ve hukukunu arayanların bütün talepleri terörize edilecek. Hakkını arayan herkese Filistinli muamelesi yapılacak. Kaos ve barbarlık sistematik hale getirilecek.
Fakat Batı‘nın ‘Grossraum teorisi‘ yani dünyanın geri kalanını kültürel ve siyasi terör ile yönetme stratejisi artık çöküyor. Jeo-politik anlamda yeni güç dengeleri oluşuyor. Kimse tek başına dünyanın geri kalanını hâkimiyeti altına alacak askeri, kültürel ve ekonomik kapasitede değil artık.

***

Bu yeni tablonun yol açtığı değişim etkisini en çok Batı’nın kültürel ta(h)rif, tanım ve tasvirlerinde gösteriyor. İçinde bulunduğumuz bu süreçte, jeo-politik ve teknolojik rekabet kadar kolonyalist ve oryantalist zihniyetle malul ‘medeniyetler savaşı’ tezinden ayrı bir mahiyete sahip yeni tarz bir jeo-kültürel farklılaşma daha belirleyici hale geliyor.
Zira Batı dışındaki dünya artık bir nesne değil. Özneleşen ve öz benliği giderek güçlenen Küresel Güney, hayatın her alanında stratejik özerkliğe doğru evriliyor. Yunan felsefesi, Roma hukuku, Yahudi mitolojisi ve Hristiyan hümanizmi ile sentezlenen neo-liberal piyasa uygarlığına ait değerler Avrupa ve Amerika’da dahi hegemonik özelliğini kaybediyor.
Politik ve ideolojik tekeller birer birer kırılıyor. Dünyayı anlamanın ve yönetmenin mahiyeti değişiyor. Vatandaşlık kavramı artık üstten değil alttan gelen taleplerle tanımlanıyor. Vatandaşlığın bir makam ve yönetime katılma çağrısı olduğu şeklindeki yeni yaklaşım hemen her ülkede katılımcı demokrasiyi, hukuk ve adalet sistemini jakoben anlayışların ağırlıklarından kurtulmaya zorluyor.
Daha yolun başındayız. Zafer sarhoşluğuna kapılmamak lazım. Çünkü Batı’nın değil neo-liberal Batı’nın yükselişinin sonu geliyor. Küreselci jakoben liberalizmin kültürel ve siyasi dünyadan aforoz ettiği “Tanrı, aile, ahlak, vicdan ve inanç” gibi değerler kamusal ve ulusal hayata daha yeni yeni geri dönüyor.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu