HAMİT EMRAH BERİŞ / Terörsüz Türkiye İçin Erdoğan Modeli
2024 yılının Ekim ayında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli‘nin PKK’ya derhal varlığını sonlandırma çağrısı pek çok kimse için sürpriz olmuştu. Aynı yılın sonlarında Suriye‘de rejimin devrilmesi PKK’nın PYD/YPG eliyle bu ülkede kurmaya çalıştığı denklemi değiştirdi ve Bahçeli’nin çağrısını daha anlamlı hâle getirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Terörsüz Türkiye” çağrısı yaparak Türkiye’deki eylem kabiliyetini kaybeden örgütün Suriye’de de tutunamayacağını, dolayısıyla bir an önce silahları bırakması gerektiğini vurgulamıştı.
Öcalan’ın kurucusu ve lideri olduğu örgüte silah bırakma ve kendini feshetme çağrısı bu gelişmelerin üzerine geldi. Örgütün yapısını bilenler, Öcalan’ın bu net tavrının karşılık bulacağını bilseler de bazı muhalif kesimler aleyhte umut beslemeye devam ettiler. Daha açık bir ifadeyle terör sorununun AK Parti ve Cumhur İttifakı döneminde bitmemesi için son bir umutla örgütün açıklamasını beklediler. PKK ise Öcalan’ın çizdiği istikamette davranacağını ve varlığını sonlandıracağını açıklayarak beklentileri boşa çıkardı. 1978’den beri düzeyi farklı şekillerde devam eden örgütsel faaliyetlerin son bulacağı ilan edildi. Böylece Türkiye’nin neredeyse elli yıldır enerjisini ve kaynaklarını tüketen terör sorunundan kurtulacağı yeni bir döneme girildi. Tüm iktidarların farklı yöntemlerle denediği terörü sonlandırma çabalarında tarihî olarak en önemli eşik aşıldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti iktidarının ilk yıllarından itibaren terörle mücadele konusunda bir kararlılık sergiliyor. En son Çözüm Süreci tecrübesiyle terörün tamamen ortadan kaldırılması için gayret sarf edildi. Ancak terör örgütü, Suriye’de yaşanan gelişmeleri kendi lehine kazanıma dönüştürme düşüncesiyle silahları bırakma konusunda bir irade sergilemedi. Süreç, buzdolabına kaldırılmış olsa da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve iktidarın terörün sonlandırılmasını açısından samimi gayreti geniş toplumsal kesimler tarafından açık şekilde görüldü. Zaman içinde bu sürecin farklı iç ve dış unsurlar tarafından bilinçli şekilde sabote edildiği anlaşıldı. O dönem dışarıda Türkiye’nin teröre ayırdığı enerjinin başka yerlere yönlenmesini istemeyen devletler, içerde ise bunların FETÖ gibi aparatları sorunun çözülmemesi için aktif çaba harcadılar. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından terörle mücadelede yeni bir faza girildi. Yurt içinde yapılan operasyonlarla terör örgütünün eylem gücü ve kapasitesi yok edildi, yeni militan devşirmesinin önü kesildi. Sınır ötesi operasyonlarla PKK’nın Suriye’de ve Irak‘ta hareket kabiliyeti sınırlandırıldı. Aynı süreçte Türkiye, millî güç unsurlarını tahkim etti. Savunma ve güvenlik teknolojisinde kısa sürede çok önemli bir mesafe kat edildi. Ayrıca diplomatik mekanizmalar etkili şekilde kullanılarak terör örgütünün aldığı dış desteğin asgarî düzeye indirilmesi sağlandı.
Aynı dönemde “pazarlık, müzakere veya taviz” anlamına gelebilecek hiçbir uygulamaya da gidilmedi. Mesela teröre destek verdiği gerekçesiyle bazı belediyelere kayyım atanması uygulamasından vazgeçilmedi. Bunun yanında terör örgütüne yönelik güvenlik operasyonları da hem ülke içinde hem sınır ötesinde hız kesmeden devam etti. Dolayısıyla muhalefetin örgüte taviz verildiği yönündeki bir kara propagandayla süreci henüz başlamadan ifsat etmesi engellendi.
Fesih kararı, örgütün içinde bulunduğu aşamayı kendisi için çıkmaz yol olarak görmesiyle yakından ilişkili. Ortaya çıkan tablo, terörle mücadele literatürü açısından da yeni bir duruma işaret ediyor. Dünya genelinde bu tür süreçler, İngiltere ve IRA örneğinde olduğu gibi taraflar arasında çoğunlukla gizli yürütülen müzakerelerle ya da Sri Lanka’da görüldüğü üzere tamamen baskıcı yöntemlerle ilerletilir. Türkiye özelinde ise terörün sona erdirilmesi için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın politikaları aracılığıyla yeni bir model ortaya çıktı. Türkiye’nin hâlihazırda tecrübe etmekte olduğu “Erdoğan modeli” daha önce örneğine rastlanmayan şekilde terörle mücadeleden taviz vermeden, ancak toplumsal hassasiyetleri de en geniş şekilde gözeterek yürütüldü. Aynı zamanda diplomatik temaslar ve hamleler aracılığıyla örgütün yabancı devletlerden destek almasının önü kesildi. Dolayısıyla PKK’ya silah bırakmaktan başka seçenek kalmadı.
Örgütün silahları bırakması ve kendini feshetmesi son derece önemli bir durum. Ancak bundan sonrası için de atılması gereken hayatî önemde adımlar var. Şu anda gayet olumlu şekilde seyreden sürecin başarılı şekilde işlemesi için gerçekçi bir yol haritasının belirlenerek uygulanması gerekli. Bu doğrultuda dikkat edilmesi gereken birkaç konu şu başlıklar altında özetlenebilir:
- PKK’nın silahlarını belirli bir program dâhilinde kullanılamaz duruma getirmesi veya teslim etmesi ilk aşama. Örgütün elinde uzun yıllardır, özellikle Batı ülkelerinden aldığı destekle ciddi bir silah ve mühimmatın olduğu biliniyor. Bunların teslim edilmemesi, örgütten kopan bazı grupların veya başka terör örgütlerinin bunları ele geçirmesine neden olabilir. Örgütün fesih kararındaki samimiyetinin göstergelerinden biri de silahların koşulsuz şekilde teslim edilmesi. Üstelik silahların yalnızca terörde değil organize ve bireysel suçlarda kullanılma ihtimali de bulunuyor. Örgütün dağılmasından sonra bazı militanların bunları adlî olaylarda kullanması ihtimalinin en baştan önünü kesmek için silahların kontrollü şekilde toplanması faydalı olacak.
- Terör örgütlerinin silah bırakma kararlarının ardından belirli fraksiyonların buna uymamaları karşılaşılabilen bir durum. Örgütün ana çatısı dağılsa da bazı küçük grupların radikal eylemlere girişmeye çalışması söz konusu olabilir. Böyle bir durumda yabancı istihbarat servislerinden de destek bulabilecek bu gruplara yönelik en baştan itibaren önlemler alınması önem taşıyor.
- Örgütün silah bırakma kararı, Türkiye içinde muhalefetin belirli kesimleri tarafından da memnuniyetsizlikle karşılandı. Kısa bir süre öncesine kadar HDP ve ardılı DEM Parti ile kurulan seçim ittifaklarını koşulsuz destekleyen bu grupların şimdi tam tersi bir yaklaşım sergilemeleri bir yönüyle ilginç, ama bundan daha önemlisi potansiyel bir tehlike de barındırıyor. Bu kesimlerin süreci provoke etmek için ellerinden gelen her türlü çabayı sergileyecekleri aşikâr. Dolayısıyla süreçte farklı toplumsal gruplar arasında cepheleşme üretmeye yönelik provokasyonlara karşı dikkatli olunması gerekiyor.
- PKK, Türkiye içindeki eylem gücünü ve kapasitesini kaybettikçe Suriye’deki unsurlarına daha çok yaslandı. İç savaştan doğan otorite boşluğunu kendisi için kantonal bölge oluşturmak için kullanan örgütün bu iddialarından da vazgeçmesi gerekli. Suriye’deki silah varlığı, Türkiye içindeki yapıyla kıyaslanamayacak kadar yoğun. ABD, uzunca bir süre YPG’yi modern teknolojik araçlarla donattığı için örgütün elinde ağır silahlar bulunuyor. Bu silahların kime ve ne şekilde teslim edileceğinin de kararlaştırılması önemli.
Dünyadaki güç dengelerinin yeniden belirlendiği bir dönemden geçilirken Türkiye de kritik bir eşiği aşmak üzere. Terör belasını tamamen geçmişte bırakan Türkiye, yeni dünya düzeninde çok daha güçlü bir konum elde edecek. Bu nedenle, yaşanan sürece tüm toplumsal kesimlerin sahip çıkması ve provokasyonlara kapılmamak öncelikli mesele. Sürecin sağ salim sonuçlanması, başta savunma ve güvenlik teknolojisi olmak üzere pek çok alanda yerli ve millî üretimini artıran Türkiye’nin ekonomik ve siyasî açıdan daha güçlü bir aktör olmasını sağlayacak.