SALİH TUNA / İntihar mektubu


Çağdaş uygarlık, bir elinde “insan hakları ve demokrasi” bayrağını sallarken diğer eliyle çocuklarımızı daha hızlı, daha ucuz ve daha zahmetsiz yok edecek silahlar üretmek için harıl harıl çalışıyor.
İroniye bakar mısınız: İkinci Dünya Savaşı‘nda nükleer yangınla kavrulan Japonya bile geleceğin savaş teknolojilerini bilim kurgudan çıkartıp gemilere yerleştirdi.
JS Asuka gemisine yerleştirdikleri 100 kilovatlık devasa lazer sistemi geleneksel mühimmat gibi tükenmiyor. Gemi elektrik ürettiği sürece “şarjör” bitmiyor. Ölüm, enerjiye bağlanıyor; enerji de maliyet hesabına.
E hani Aydınlanma’dan beri hepimize ezberletildiği şekilde, bilim karanlığı dağıtacak, akıl insanı özgürleştirecekti.
Ne oldu peki?
Kuantum fiziği gibi evrenin en derin sırlarını çözen disiplinler, fotonları birleştirip “maliyeti düşük” ölümler kusmanın aracına çevrilmedi mi?
Aynı anda milyonlarca insanı en etkili biçimde yok edecek silah yarışına girişilmedi mi? Fuarlarda bu silahlara sahip olmanın havası atılmadı mı? Ukrayna-Rusya savaşı dolayımında bile gezegeni yok etme tehditleri pervasızca dolaşıma sokulmadı mı?
Gazze soykırımı sırasında Gazze’ye atom bombası atmaktan gündüz gözüyle söz edilmedi mi? Milyonları aynı anda havada, karada, denizde öldürme kapasitesi övgüyle pazarlanmadı mı?
Bütün bunlar çocuklardan utanılmadan uluorta dillendirildi.
Nasıl ikiyüzlü bir uygarlık bu; bir yandan şiddetin kötülüğünden dem vurup öte yandan gezegeni kasıp kavuracak araçlarla övünmek!..
***
Horkheimer ve Adorno tevekkeli “Aydınlanmış dünya, felaketler saçan bir parıltı içindedir” dememiş.
O parıltı bugün, JS Asuka’dan çıkan lazer ışığıdır.
Yazık ki yazık, uygarlığın çarkları insanın özgürleşmesi için değil, tahakkümün kusursuz işlemesi için dönüyor.
“Şarjörü bitmeyen” lazer silahını üreten akıl, öldürmeyi bir enerji yönetimi ve maliyet optimizasyonu problemine indirgerken kötülüğü de otomatiğe bağlamış oluyor.
Gel de şimdi Üstad’ın bedduasını hatırlama:
“Allah bu ‘akılsız aklın’ belasını versin.”
***
Katliamların karar olmaktan çıkıp işlem kaydına; yüzleşme olmaktan çıkıp prosedüre dönüşmesi (Baudrillard’ın perspektifiyle) savaşın, “hiper-gerçeklik” alanına taşınmasıdır.
Lafın düzünü edelim: Demokrasi nutukları vitrinde gerçeği olmayan birer kopya (simülakr), asıl gerçeklik tersanelerde monte edilen ölüm lazerleridir.
Modern uygarlık, kendi sonunu getirecek teknolojiyi “savunma kapasitesi” diye kutsayarak aslında intihar mektubunu yazıyor.
Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar…
Travmadan ders çıkararak değil; travmayı daha sofistike bir şiddete tercüme ederek “ilerliyor”.
Bu modern ilerlemenin bizzat kendisi, insanlığın mahvına sebeptir.



