Oyuncu Hasan Küçükçetin anlattı: Senaryoyu okuduğumda “Beni nasıl ikna edeceksiniz?” dedim!


FİLM SETİNİ GÖRÜNCE AKLIMI YİTİRECEĞİM SANDIM, MESLEK OLARAK OYUNCULUĞU HİÇ DÜŞÜNMEMİŞTİM
-Oyunculuğa giden yolculuğunuzdan da bahsedebilir miyiz?
Oyunculuk, yani sanat diyeyim bence; içte hissedilen bir duyu, bir form yani, o senin vücudunun içinde yaşıyor. Yani müzik yapan birisine sorsanız, hep zaten bebeklikten beri bir müzikle ilgili bir şeyi vardır. Filmleri çok dikkatli izlerdim. Oyunculuğu gözlemlemek çok hoşuma giderdi. Hatta bir gün bir filmin içinde şey vardı, başka bir film setini göstermişlerdi, aklımı yitireceğim zannetmiştim. İlk defa ışıkları gördüm, kamerayı gördüm, hatta bizde Panther diye bir sistem vardır bilirsiniz; raylar kurulur üstünde, kamera şey yapılır. Ben onu gördüğümde şey dedim, “Allah’ım, keşke bizim evde olsa da ben binsem, ablam ittirse” falan böyle ayrı bir şey. Yani oyunculuk hep hayatımın içinde bir yerde vardı benim. İlkokulda müsamerelerde aktif rol alırdım, halk oyunları ekibinde sürekli çalıştım. Lisede de öyle, yani liseye kadar bir sosyal aktivite sürekli oldu hayatımda. Ama profesyonel olarak, meslek olarak oyunculuğu hiç düşünmemiştim. Hiç aklıma gelmedi, çünkü çevremde yoktu öyle bir şey. E babam emekli olduktan sonra Burhaniye’ye taşındık, orada teyzem bana şey dedi, “Hasan, anlatırken gerçekten bir anlatıcı gibi anlatıyorsun.” Çok da gevezeydim ben o zaman, sürekli bir şeyler anlatırdım. “Ya bir meslek olarak düşünür müsün oyunculuğu?” dedi Bedia teyzem. “Yok teyze ya ne alaka” dedim. Bir de o zaman oyuncular sefalet içinde yaşıyor, kiralarını ödeyemiyorlar, çok zor durumdalar, şöyleler böyleler algısı da çok vardı. “Bir 9 Eylül’e gidersin yakın İzmir, oranın sınavına girersin” falan dedi. O benim kanıma girdi yani aklıma girdi. Sonra bir baktım ki evet bir merakım var benim. Bu merakı döndürebilirim, bu benim mesleğim olabilir. Yani o teyzemin sözüyle merakım, serüvenim başladı.
-Projelerinize gelelim… Sustalı Ceylan’dan bahsedeceğiz ama öncesini de biraz konuşmak isterim. Mesela bu ilk kötü rolünüz değil, “Menekşe ile Halil” dizisinde de sizi kötü bir karakter olarak izledik. Kötüyü canlandırmak daha mı zevkli, zorlu olduğu için haz mı veriyor?
Yani aslında haz demeyeyim de… Normal hayatımda çok kurallara sadık, çok sakinim; hani böyle bir uçlarda yaşayan bir insan değilim. Yani gayet kuralcı bir insanım aslında. E şimdi onların kuralı olmayınca biraz böyle keyif alıyorsun. Yani birisini dövmek, öldürmek, değil de o kurallara uymama kısmı biraz cazip geliyor bana. Bir de okuyorum mesela senaryoyu, iş onu oynama kısmına geldiği zaman önce kendimi sinirlendiriyorum. Daha sonra sette de hemen onun reaksiyonunu anlık görebiliyorsun. Mesela Necmi’de bir sahne çekiyorduk, Burak beni dövüyor. Bizim ses operatörümüz o kadar mutlu izliyordu ki sahneyi… Böyle ses masasının arkasından gözlerini gördüm sadece. Gittim yanına, “Ağabey bir saattir dayak yiyorum, niye yardıma gelmedin?” dedim “İçimin yağları eridi ağabey” dedi, “O kadar mutluyum ki dedi şu anda senin dayak yemenden.” Ha tamam dedim o zaman; iş, maya tutmuş yani doğru bir yerden gidiyoruz şu anda.
-O alınan tepkilerden de anlıyor insan zaten…
Önceden sosyal medya yoktu tabii. Şimdi sosyal medyadan küfürler, belalar, ölüm tehditleri, değişik değişik şeyler.