KEREM ALKİN / Süper güçler kapışırken, ekonomiler zorda


ABD‘den Çin’e, Rusya‘dan Avrupa‘ya, dünyanın önde gelen ekonomileri ve ekonomik birliktelikleri, ‘süper güç’ iddialarını sertleştiriyorlar. AB Komisyonu bu konudaki adımlarını uzunca bir süredir gündemde olan ‘Avrupa Ordusu’ fikrini yeniden canlandırarak, daha öteye gidip, kendi istihbarat birimini kurma kararı ile bir üst aşamaya taşıdı. Süper güçler arasında küresel liderlik yarışı büyürken, borç, enflasyon, işsizlik ve kırılgan finansal yapı gibi derinleşen makro ekonomik sorunlar, kimilerinin yarıştan kopmasına, hatta dağılmasına dahi yol açabilir.
Çünkü, önde gelen altı ülke arasında bu büyük stratejik kapışma, günün sonunda bu ülkelerin tümü için aynı zamanda sert iç sosyo-ekonomik duvarlara çarpmakta. ABD, askeri ve teknolojik üstünlüğünü korumaya çalışırken, içeride artan federal kamu borcu ve gelir adaletsizliğiyle boğuşuyor. Küresel liderlik iddiası sürdükçe, bir yandan yıllık tutarı 1 trilyon dolara dayanmış savunma harcamalarına kaynak bulmaya çalışıyor; bir yandan da federal bütçe üzerinde asıl yük haline gelen 1 trilyon doları aşan faiz ödemeleri ile boğuşuyor.
Bir anlamda Washington dünyayı tutmaya çalışırken, Amerikan halkı kredi kartı borçları, barınma krizi ve hayat pahalılığıyla ayakta kalma mücadelesi veriyor. Çin cephesinde tablo ise, en az ABD kadar karmaşık. İç ekonomik dinamikleri canlandırmaya yönelik tüm hamlelere rağmen, ihracata dayalı büyüme modeline bağımlılık devam ediyor. Yuanın değerini düşük tutma baskısı, halkın ortalama yaşam standardının yükselmesini de geciktiriyor. Nitekim gayrimenkul sektöründeki derin kriz sürerken, genç işsizlik rekor seviyelere tırmanmış durumda. Küresel sistemde daha fazla söz söylemek isteyen Pekin, içeride ekonomik motorun ritmini yeniden tutturmak için zamanla yarışıyor.
Rusya, askeri gücünü sahada diri tutmaya çalışırken, ağır yaptırımlar altında ekonomiyi çevirmekte zorlanıyor. Enerji gelirleri kısa vadede nefes aldırsa da, enerji ihracat fiyatları üzerindeki aşağı yönlü artan baskı, bütçeye enerji ihracatından yapılan katkıyı belirli ölçüde eritmiş durumda. Buna ek olarak teknolojiye erişimin sıkışması ve yatırım kanallarının tıkanması, uzun vadeli ekonomik gücü daha da aşındırıyor. Cephede direnç sürse de, ekonomide manevra alanı giderek daralıyor. Avrupa Birliği cephesinde ise başka bir tür sıkışma yaşanıyor. Enerji maliyetleri yüksek, büyüme zayıf, nüfus hızla yaşlanıyor. Savunma alanında hala ciddi ölçüde dışa bağımlı olan Birlik, stratejik özerklik iddiasını ekonomik ivmeyle desteklemekte zorlanıyor. Bir yanda büyük hedefler konuşuluyor, diğer yanda sanayi rekabet gücü Asya karşısında aşınıyor.
Avrupa Birliği’nin kimi liderleri büyük konuşuyor; fakat ekonomik tempo aynı hızda gitmiyor. Hindistan ve Brezilya ise ‘geleceğin süper güç adayları’ olarak sıkça anılıyor. Ancak her iki ülke de nüfus büyüklüğüne rağmen, sanayinin derinliği, verimlilik ve finansal istikrar sorunları nedeniyle süper güç ligine kalıcı biçimde henüz girebilmiş değiller. Genç ve kalabalık nüfus kağıt üzerinde avantaj gibi görünse de, yeterli üretim ve istihdam imkanı olamadığında, bu avantaj hızla sosyal baskıya dönüşüyor. Nüfus var, potansiyel var; ama ekonomik motor henüz tam güçle çalışmıyor.
Bugün ortaya çıkan tablo oldukça net: Süper güç iddiası taşıyan her ülke, aynı zamanda ağır bir ekonomik sınavdan geçiyor. Borç yükü, gelir adaletsizliği, finansal kırılganlıklar, yaşlanan nüfus, enerji bağımlılığı ve zayıflayan iç talep, askeri ve siyasi gücün sürdürülebilirliğini doğrudan tehdit ediyor. Güç artık sadece silahla değil, ekonominin bu yükü ne kadar süre taşıyabildiğiyle de ölçülüyor. Bu nedenle küresel düzen yeniden şekillenirken, yeni küresel düzenin hangi ülkeler tarafından belirleneceği henüz kesinleşmiş değil.
Bugün ‘süper güç’ olarak görünen bazı aktörler, yarın ciddi bir ekonomik dağılma yaşayarak küresel sistemde maliyeti yüksek bir özgül ağırlık kaybına uğrayabilir. Tarih, geçiş dönemlerinde en güçlü görünenlerin bile en kırılgan hale gelebildiğini defalarca gösterdi. Artık soru ‘kim daha büyük silaha sahip olacak’ değil, ‘kim ekonomik ve toplumsal yükü daha uzun süre taşıyabilecek?’ Yeni küresel düzen, askeri kudret kadar ekonomik dayanıklılığın da belirleyici olacağı bir döneme giriyor.



