YAZARLAR

ENSAR KIVRAK / Papa’nın Türkiye Ziyareti Üzerine Notlar

Katolik dünyasının ruhani lideri olarak papaların Türkiye ziyareti, başka herhangi bir devleti ziyaretinden daha derin anlamlar taşır. Neden? Öncelikle Türkiye, Fatih’in İstanbul’u fethinde bu yana Ortodoks dünyasının önemli bir merkezidir. İkinci olarak Türkiye, -bir devlet politikası olarak bunu açıkça dile getirsin veya getirmesin- uluslararası alanda İslam dünyasının lideri olarak görülmektedir. Üçüncü ve son olarak, günümüzde Gazze’deki yıkım ve soykırım, herşeyden önce Siyonist referanslara dayanmaktadır ve İsrail bugün bölgede kendisine en önemli rakip olarak Türkiye’yi gördüğünü ister istemez belli etmektedir. Bu bakımdan Papa XIV. Leo’nun geçtiğimiz günlerdeki ziyaretini çok boyutlu bir diplomatik eylem olarak okumak gerekir.

İlk olarak, İstanbul’daki Ortodoks Patrikhanesi‘nin varlığı, papalık diplomasisi açısından Türkiye’yi sıradan bir durak olmaktan çıkarır. Çünkü Katolik–Ortodoks ilişkileri, modern dönemde uluslararası siyasetin sembolik alanında özel bir yere sahiptir. İstanbul’daki Patrikhane ile kurulan temaslar, Vatikan açısından Doğu Hristiyanlığı ile ilişkileri düzenli biçimde canlı tutmanın kanalı olmuştur. Bu temaslar; ortak deklarasyonlar ve birlik vurgusu üzerinden ekümenik yakınlaşma fikrini uluslararası kamuoyu önünde yeniden üretir. Bu durum, Batılı toplumlarda Kiliselerin giderek boşaldığı ve insanların dinden uzaklaştığı gerçeği göz önüne alındığında, ortak bir amaca hizmetle bir bütün olarak Hristiyanlığı kurtarma çabası olarak da anlaşılabilir. Ziyaret sırasında Patrik Bartholomeos ile görüşmelerin ve ortak mesajların öne çıkması, bu çabaların güncel bir tekrarıdır. Daha da önemlisi, programın İznik‘e uzanması ve Hristiyan akidesinin kurucu unsurlarından olan Birinci İznik Konsili‘nin 1700. yılının anılması, ekümenik söylemi sadece güncel bir iyi niyet beyanı olmaktan çıkarıp tarihsel hafıza üzerinden tahkim etme niyetinin bir göstergesidir. Nitekim İznik, Hristiyanlık akidesinin temellerinin atıldığı ve bu sebeple de Hristiyan dünyasının ortak köken fikrinin somutlaştırılabildiği bir sembol mekandır. Bu arada unutmamak gerekir ki M.S. 325’te toplanan İznik Konsili, siyasi birliğin sağlanması için dini birliğin de tesis edilmesini amaçlayan bir bütünleşme konsiliydi.

İkinci olarak, Türkiye’nin İslam dünyasındaki liderlik rolü, papalık ziyaretlerinin dinlerarası boyutunu görünür kılar. Özellikle Batı merkezli uluslararası algıda Türkiye hem farklı inançları birlikte yaşatmış büyük bir medeniyetin mirasçısı olması hem günümüzdeki dış politika aktivizmi hem de Müslüman nüfusu nedeniyle, Katolik dünyasının dinlerarası diyalog gündeminde özel bir dikkat odağıdır. Bu nedenle Papa XIV. Leo’nun Sultanahmet Camii’ni ziyareti, dinlerarası saygı ve barış mesajı vermek üzere yapılmış bir jest olarak anlaşılabilir. Papalık diplomasisinin klasik araçlarından biri olan bu tür jestler, farklı toplumsal-dini kesimlere hitap eden bir dil üretmeye ve gerilimi düşüren bir söylemsel çerçeve kurmaya hizmet eder. Ancak, dinlerarası diyalog kavramının Türkiye’de ve İslam dünyasında FETÖ tarafından, Batı’da ise Kilise tarafından kirletildiği için artık işe yarar bir başlık olmaktan çıktığı da unutulmamalıdır. Buna ek olarak, Kilise’nin orijinal diyalog öğretisinde Müslümanlarla diyalog esasının olmadığını da hatırlamak gerekir. Katolik dünyası için sadece Doğu Kiliseleriyle diyalog söz konusudur.

Üçüncüsü ise sembolik önemi bu kadar yüksek olan ve şer ve kötülükle mücadeleye vurgu yapılan bir ziyarette Papa’nın kamuya açık bir şekilde Gazze ile ilgili hiçbir ifadeye yer vermemesi yadırganmalıdır. Papa’nın bu sessizliği, Batı’nın sokaklarında, üniversitelerinde ve sanat çevrelerinde Gazze’deki soykırıma karşı uyanmaya başlayan vicdanın aksine, Katolik liderliğin vicdani değil, diplomatik amaçlarla hareket ettiğine dair bir izlenim yaratmıştır. Yapılan özel-diplomatik görüşmelerde konunun ele alınmış olabileceği ihtimali söz konusu olsa bile, kamuoyu önünde bunun dile getirilmemiş olması bir eksiklik olarak görülmelidir. Zira, en azından Hz. İsa’nın doğduğu Beytüllahim’de işlenen cinayetlerden, Gazze’de yıkılan Kiliselerin ve Beytül Makdis’in etrafında Siyonizmin kurduğu şebekelerden bahsedebilir ve tüm bunlara karşı Vatikan’ın tutumunu deklare edebilirdi. Ancak Papa, uçağı ikinci ziyaretgâhı olan Lübnan’a indikten sonra İsrail-Filistin çatışmasının tek çözümünün Filistin Devleti’nin kurulması olduğunu dile getirdi. Oysa bunu Türkiye ziyareti sırasında dile getirmiş olması beklenirdi. Nitekim geçtiğimiz Ekim ayında Vatikan Devlet Sekreteri (Başbakan) Kardinal Pietro Parolin’in Gazze’de yaşananları katliam olarak nitelendirmesinin ardından İsrail’le yaşanan diplomatik krizde Papa, Kardinal’in arkasında durmuş ve onun ifadelerinin Vatikan’ın resmi görüşünü yansıttığını dile getirmişti. Tüm bunlardan anlaşılıyor ki, Vatikan için Gazze’de yaşananları katliam olarak dile getirmek bir şey; bunu Türkiye topraklarını ziyaret esnasında dile getirmek başka bir şey…

Bu üç husus, ziyareti tarihsel panorama içine yerleştirince daha da anlamlı görünür. Türkiye’ye papalık ziyaretleri sık gerçekleşen bir durum değildir. Fakat her ziyaret, Türkiye’nin hem Hıristiyanlığın tarihsel coğrafyasıyla hem de İslam dünyasıyla kesişen konumunu yeniden vurgulayan bir dil üretir. Resmî olarak VI. Paul (1967), II. John Paul (1979), XVI. Benedikt (2006), Franciscus (2014) ve XIV. Leo (2025) Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Bu ziyaretler arasında farklı bağlamlar ve tonlar bulunmakla birlikte, hep var olan üç tema dikkat çeker: İstanbul merkezli ekümenik meselesi, dinlerarası diyalog vurgusu ve bölgesel krizler karşısında barış/insaniyet söylemi. 2006 ziyaretinde Benedikt’in, İslam dünyasıyla ilişkilerde gerilim üreten tartışmaların ardından Türkiye’de diyalog zeminini güçlendirmeye yönelen bir çerçevenin gündeme gelmesi; 2014’te Franciscus’un hem Ankara hem İstanbul’da resmî temaslarla ekümenik görüşmeleri birleştirmesi; 2025’te ise İznik’in eklenmesiyle ekümenik hafızanın daha merkezî hale gelmesi, bu sürekliliğin farklı dönemlerde farklı araçlarla yeniden kurulduğunu gösterir. XIV. Leo’nun ziyaretinin özgül yanı, bu tarihsel sürekliliği daha yoğun bir sembolizmle birleştirmiş olmasıdır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu