CEM SANCAR / Düşler ve cüceler

İnsan hayâl kuran bir varlık. Faydalı hayâller kurmasaydı medeniyet olmazdı…
Mimari nedir mesela?
Muhayyilende canlandırırsın, yazarsın çizersin ve inşa edersin.
Peki kurduğumuz hayâller hep özgür bilincimizden, bağımsız ilhamlarımızdan mı kaynaklanmakta?
Maatteessüf ki hayır…
***
İnsanıkâmil mertebesinden, bilgece düşünmekten ne kadar uzaksak o kadar ezberlere, geleneklere bağlıyız. Gelenek deyince hem klasik hem modern “gelen…. eklerden” bahsederiz. Atalarımızın örf ve âdetleri, resmi tarih veya mensup olduğumuz etnisitenin hâl ve davranışları bizim düşlerimizi belirler.
Modern geleneklere gelince onlar da biliyorsunuz işte Batıcıl mutlak akılcılık ve buradan neşvünema eden sinema, dijital algoritmalar ve edebiyattır.
Sinema veya dizi sektörü bizim kurduğumuz düşlere yekten tahakküm eder. Her erkeğin kafasında hayatının kadını olarak bir artist, her genç kızın hülyâsında bir aktör yer alır. Ya da müzik idolü…
Kendi içine kapanmış dar muhafazakâr gruplarda ise kanatlı olduğu düşünülen bir kişinin suretidir bu. Bunu biz holding şeyhlerinin miras paylaşımlarında, lüks arabalarla ifade edilen cemaatlerin ruhban takımında görürüz.
Oralara heves edenlerin hayâlleri de öyledir. Ulusalcıların düşü bütün halkı tek biçimli “tak şak paşalara” dönüştürmekse, neo liberallerin düşü bencilliği kutsamak, islamofobiklerin düşü yazın caddelerde bikiniyle gezmek veya örtülü kadınları kovalamak olabilir.
Herkesin hayâli kendine göredir…
Dolayısıyla insan düş kurmakta özgür değildir. Bu noktada Marksistlerin söylediği ve zamanında çokça vülger bulunsa da değişime uğrayan söz geçerliliğini korur: Alt yapı üst yapıyı belirler. Alt yapı derken artık “kendimizi nasıl var ettiğimizden,” seçtiğimiz yaşam biçiminden ve idrakimizi örten ideolojik perdelerden bahsederiz.
Eğer bir kere İslamî düşünce gericidir demişsek öyle, eğer bir kere Batı uygarlığı şeytandır demişsek böyle düşler kurarız.
Ondan sonra da karşımızdaki ağzınla kuş tutsa umurumuzda olmaz…
***
Bu anlamda ben insan denen kutlu varlığı, cüceler ülkesine düşmüş Güliver‘e benzetirim. Jonathan Swift‘in 1726 yılında tamamladığı romanında Güliver bir uyanır ki, Liliput ülkesinde parmak kadar cüceler onu bir sürü iple bağlamış, iğneden oklar atmaktadırlar. İpler zayıftır ama bu denli çok olunca onları koparıp ayağa kalkmak imkansızlaşır.
İnsan da öyledir işte. Tek tek koparabileceği bir sürü bağla bir şeylere bağlanmıştır. Hırsları kadar travmaları, yaraları kadar özentileri, büyüklenmeleri kadar aşağılık kompleksleriyle zapt edilmiş bir devdir.
Evet insan bir devdir, cüceler ülkesine düşmüştür…
***
Çünkü “İnsanlık Medeniyeti” denen yekûn daima kutsal sözle başlamış, fakat çocuk-insanlar kutsal sözü basitleştirmekten, putlaştırmaktan yana olmuştur. O sözü, o yolu alıp kendini eşrefi mahlûkata, insanıkâmile dönüştürmek yerine egoist âdetlere rücu etmiş, yardımlaşmacı bir merhamet toplumu değil saltanatı tercih etmiş, dinleri bir güç aparatı haline getirmiştir.
Hâlis muhlis hikmet akışının genel adı ve sonucu olan İslam’ın da başına aynı şeyin geldiği bilinmektedir.
Bizzat Kur’an kitabı ve de hazreti Peygamber bu konuda uyarılar yapmışsa da cüceler ülkesinin dev ihtirasları, kurnaz kâtiplerin bodrum katında yaşayan keçi bacaklı nefsi emareleriyle kol kola girip sonunda ta Hz. Âdem’den beri akan irfan nehrine set çekmiş, dünyanın diğer nefsi emmare cüceleriyle kafa kafaya verip etrafı kör karanlığa çevirmişlerdir…
***
Tamam da gelenek nedir? Gelenek olmadan bugünü inşa edebilir miyiz?
Hangi gelenek (?) sorusunu bir kenara bırakırsak, tabii ki hayır…
Mesela mimariden bahsederken Mimar Sinan’ın Yapılar Kitabı’ndan anlarız ki Sinan bir köprü, bir su yolu inşa ederken geçmiş geleneklerin (Bizans) yaptıklarına bakmış o bilgiyi harmanlayarak yeniden üretmiş ve ondandır “Efsane Mimar” sıfatını kazanmıştır.
İyi zamanlarında Osmanlı Barışı için de bu söylenir. Osmanlı başka medeniyetler kadar kendi kök geleneklerini harmanlayarak dönüştürmüş ve bu nedenle 600 yıl yaşamıştır.
13. Yüzyılda yaşanan İslam’ın Altın Çağı için aynı şeyi öne sürebiliriz. Müslüman âlimler tüm insanlık bilgisini kendi dillerine çevirip geliştirip yeniden sunmuşlar, çarpıcı bir gelenek yaratarak edebiyatta bilimde felsefede bütün dünyayı sarsmışlar, insan bilgisine manevi olgunluk ve dahi erdem penceresinden bakıp “bilgiyi” ötekileştirmeden birleştirdikleri için bugün imrendiğimiz bir seviye yakalamışlardır…
***
Düş kurmak, hayâl kurmak için (Hayy) diri bir zihne sahip olmak gerekir. Bugünü anlamak isterken geleneği şimdiye getirip havalandırmalı, açık havaya çıkarmalıyız.
Önyargılarımıza gömülüp kalırsak düşlerimize cüceler musallat olabilir.
Bir uyanırız ki o da ne, Liliput ülkesinde oklanan acılı bir Güliver olmuşuz…
Meraklısına:
“Cüce” terimi bu yazıda sadece bir mecaz, bir metafor olarak geçmektedir.