YAZARLAR

FUNDA KARAYEL / Sürekli kısa video izlemek beyni çürütüyor mu?

Son dönemde dikkat etmişsinizdir: Herkesin dilinde bir beyin çürümesi modasıdır gidiyor. Tik- Tok açan çocuğundan Reels izleyen yetişkinine kadar hepimiz sanki gizli bir laboratuvar deneyinin gönüllü kobaylarıymışız gibi konuşuyoruz. Çin‘de yapılan yeni bir araştırma da tam bu merakın üzerine geliyor ve şu soruyu inceliyor: Kısa videolar gerçekten beynimizi çürütüyor mu?

Büyüyen kısa video çılgınlığının ortasında, bilim insanlarının en büyük kaygısı; saniyeler içinde eğlendiren ama tüketen içeriklerin dikkat süresini kısaltması, hafızayı zayıflatması, duygusal dalgalanmaları artırması ve uyku düzenini bozması. Düşünsenize… Bir zamanlar kitap sayfalarının arasında kaybolan insanlık, şimdi parmak kaydırarak geçen saniyelerde kayboluyor. Adına da “dijital çürüme”, “zihinsel erozyon” ya da daha havalısı: “beyin çürümesi” deniyor.

Sarkastik gelecek ama sanırım yeni bir korku estetiğimiz var: Beynim çürüyor mu? Sanki aklımızı çürüten 15 saniyelik videodan çok, o videoyu açarken kaçtığımız sessizlik. Belki de mesele TikTok‘un kendisi değil; hepimizin bir şeylerden kaçarken hızın içine saklanması.
Elbette araştırmalar dikkatin dağıldığını, duygusal dengeyi etkileyen dalgalanmalar yaşandığını gösteriyor. Ama hikayenin asıl ürkütücü kısmı şu: Biz bu tüketim hızını artık sorgulamaz olduk.
Belki çözüm şu kadar basit: Ara sıra telefonu bırakıp kendi zihnimizde bir “yenile” tuşuna basmak. Çünkü eğer bir çürüme varsa, sebebi algoritmalar değil; kendimize ayırmadığımız o kıymetli, sakin zamanlar. Ve evet… Belki de beyin değil, biz çürüyoruz farkına bile varmadan.

***

SORU HEP AYNI ‘NEDEN ŞİMDİ KONUŞTUN?’

Bu ülkede biri çıkıp yıllar önce yaşadığı zorbalığı anlattığında dakikasında aynı cümle gelir: “Neden şimdi konuştun?” Bu soru bir refleks, bir susturma tekniği, bir gerçeği buharlaştırma çabası. Yılların travmasını birkaç kelimeyle etkisizleştirmeye çalışan bir savunma mekanizması. Ama söyleyelim: Çocukken kimse konuşamaz.
Hele de karşısında güçlü, popüler, sektörde isim yapmış biri varsa hiç konuşamaz.
Konuşsaydı zaten çocuk olmazdı. Şimdi Asena Keskinci konuşuyor. Çocuk yaşta bir sette yaşadıklarını, yıllardır taşıdığı yükleri, yutkunarak geçtiği anıları.

Fiziksel ve psikolojik şiddeti anlatıyor. Bunu söylemek için büyümesi, anlaması, cesaret bulması, yaşadıklarını adlandırabilmesi gerekiyor.
Ve biz? Biz daha hikayenin yarısını bile dinlemeden refleks olarak saldırıyoruz: “Ama neden şimdi?” Bu soruyu soranlar aslında “Ben rahatsız olmak istemiyorum” demenin dolambaçlı yolunu seçiyor.
Kurbanı sorgulayıp failden dikkati uzaklaştırmanın pratik yöntemi. Toplumsal olarak da yıllardır uyguladığımız klasik inkâr formülü. Hepsi mi tesadüf? Asena konuşuyor.
Aleyna Eroğlu çıkıp, “Her şeye şahidim, geç bile kaldın” diyor. Zeynep Gülmez, “Gerçeklerin ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır” mesajını paylaşıyor.
Yağmur Ün ise noktayı koyuyor: “Farklı dönemlerde, farklı kuşaklara aynı şeyi yapabilmek yetenek değil; karanlık.”

Aynı isimle ilgili farklı dönemlerden, farklı setlerden, farklı kuşaklardan benzer iddialar geliyor. Bir kişi geçmişini anlatınca “tesadüf” derdik. İki kişi konuşursa “abartı” diyeni çıkar. Üç kişi konuşursa “denk gelmiş” denir.
Ama yıllar içinde bu kadar benzer hikayenin alt alta dizilmesine hala “tesadüf” diyorsak sorun anlatılanlarda değil, görmezden gelenlerde. Asena Keskinci o dönem küçüktü.
Güç dengesi ortadaydı. Yetişkin bir set çalışanının ya da rol arkadaşının ona kötü davrandığını söylemesi bugün bile cesaret isterken, o yıllarda bunu dile getirmesini beklemek insafsızlık. Travma konuşmayı geciktirir. Korku geciktirir. Sistem geciktirir.
Sektör baskısı geciktirir. Yıllarca içte büyüyen yara, ancak güvenli bir alan bulduğunda dile gelir.
Aslında en büyük cevap budur:
“Neden şimdi konuştu?” Çünkü artık konuşacak cesareti buldu. Çünkü artık yalnız değil.”
Asıl soru: “Biz neden aynı tuzağa düşüyoruz?” Her şiddet, her mobbing, her set zorbalığı gündeme geldiğinde yine aynı savunma, aynı sorgulama, aynı manipülatif cümle.
Oysa susanlar değil, susturanlar sorgulanmalı. Travmasını anlatan değil, travmayı yaratan açıklama yapmalı. Bu tartışma büyüdü çünkü insanlar ilk kez yalnız olmadıklarını anladı.
Biri konuşunca diğerleri de cesaret buldu. Ve ne oldu? Yıllar önce yaşananlar birden bire görünür oldu. Tüm bu olanlara Evrim Akın mantıklı bir savunma yapar umarım.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu