OKAN MÜDERRİSOĞLU / SDG, askeri seçenek! CAATSA ve sonrası…


Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun bugün yapacağı 17’nci toplantısı, “Terörsüz Türkiye-Terörsüz Bölge” hedefi açısından kritik önemde olacak. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın‘ın yapacağı değerlendirmeler, bundan sonra atılacak adımların kapsamını ve hızını doğrudan etkileyecek. Örneğin, İmralı’ya bir milletvekili heyetinin gidip gitmemesi konusu… MİT’in bu tür bir temasa sıcak baktığı artık biliniyor. Siyaseten tetiklenen tartışmalar karşısında bulunan formül de makul. Milletvekilleri partileri adına değil TBMM’de kurulan Komisyon adına İmralı ile görüşme gerçekleştirecek. Komisyonun kuruluş önceliği, PKK terör örgütünün silahtan arındırılması olduğu için, örgütün lağvedilmesi ve örgüt mensuplarının silah bırakması direktifini veren İmralı ile bu bağlamda görüş alış-verişi yapılması sürecin doğal sonucu olarak kamuoyunun karşısına çıkacak.
Burada, Suriye‘nin kuzey doğusunun yanı sıra petrol-su kaynaklarının bulunduğu Arap bölgesi Rakka ve Deyri Zor’a çöken SDG/ YPG yapılanması kritik mesele olarak önümüzde duruyor! Hatırlanacağı üzere 10 Kasım’da Beyaz Saray’da kabul edilen Suriye Devlet Başkanı Ahmed el Şara, o toplantıda bulunan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan‘dan “SDG Sorununu” da anlatmasını istemişti. Başkan Trump, birleşik Suriye çerçevesinde samimi olsa da Washington DC’de rafine ABD yönetiminden bahsedilmesi halâ güç. Üstüne üstlük bir şantaj kartı gibi açılan Esptein Pedofili dosyasının da Başkan Trump’ı kritik alanlarda frenlemesi de olasılık dahilinde!
Biz, SDG kördüğümüne dönecek olursak… Trump’ın, Suriye Özel Temsilcisi Barrack ve CENTOM Komutanı’na çok açık talimat verdiğini söyleyebiliriz. Ama SDG’nin Suriye Ordusu’na entegrasyonunun ve genel manada 10 Mart Mutabakatı’na bağlı kalmasının ölçüsünü ABD’nin, hatta bizzat Trump’ın baskı derecesi belirleyecek.
Unutmadan; Suriye Yönetiminin, DEAŞ Karşıtı Uluslararası Koalisyonun yeni parçası haline geldiği dikkate alındığında, DEAŞ tutuklularına bekçilik yaptığını savunan SDG’nin rolünün yapısal değişime uğrayacağı da bir gerçek. Şu an El Hol Kampı’nda aileleriyle yaşayan DEAŞ’lılara ilâve olarak Suriye’deki cezaevlerinde de 4 bin civarında DEAŞ bağlantılı terörist tutuluyor. Ve Şara Hükümeti, DEAŞ’la mücadele ve mevcut unsurların kontrolünde uluslararası topluma taahhütte bulunuyor.
SDG çıbanının, İsrail’le de ilgisini hesaba katmakta fayda var. İsrail, istikrarlı Suriye istemediğinden, güneydeki Dürzilerden sonra kuzeydeki Kürt nüfusu da ayrılıkçı hareketlere teşvik ediyor. Kürt-Dürzi senaryosu arasında sıkışıp kalan zayıf Şam Yönetimi, İsrail’in işine gelirken bu sinsi kurgunun kırılmasında Başkan Trump’ın, devreye girme sözü verdiğini belirtmek gerekiyor!
Ayrıca Türkiye’nin resmi duruşu olarak, Amerikalılara ilk ağızdan izah edildiği şekli ile… Filistin (Gazze) Türkiye açısından insani, İslâmi, tarihi ve duygusal açıdan vazgeçilmez önem taşıyor. Ancak Suriye, bilhassa kuzeyindeki SDG örgütlenmesi Türkiye için “reel güvenlik riski” yaratıyor, bir adım ileri gidildiğinde ise “beka sorunu” tanımına oturuyor. Buradan şu mesaj çıkıyor:
“ABD olarak ya SDG’nin, Suriye Ordusu’na ve merkezi yönetime katılımını sağlayın. Ya da bırakın biz Türkiye olarak 10 Mart Mutabakatı’na uyumu sağlayacak askeri ve diğer önlemleri alalım!”
***
Konu, Beyaz Saray’daki zirveden açılmışken…
Türk-Amerikan ilişkilerini ipotek altına alan CAATSA yaptırımlarından söz etmemek olmaz. ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası, Rusya’dan S-400 sistemi alan Hindistan’a uygulanmazken, Türkiye yıllardır bu cenderede tutuluyor. ABD Dışişleri Bakanı Rubio‘nun da kabul ettiği gibi malûm yasanın dili katılıklar içeriyor ve çözüm için Kongre adres gösteriliyor. Buna karşın Ankara’nın, Amerikan tarafından iyi niyet hamlesi olarak beklediği, pratik önerileri de söz konusu. Zira CAATSA sadece KAAN motorlarının tedarikini değil, 20’yi aşkın kritik mühimmat türünün teminini de engelliyor. Görünür gelecekte, CAATSA yaptırımlarındaki bazı hükümlerin, bir Başkanlık Kararnamesi ile belli süre için de olsa askıya alınması neden gündeme gelmesin ki?



