YAZARLAR

HİLAL KAPLAN / AKPM’yi duyan var mı?

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi‘nde (AKPM) Türkiye‘nin hukuk devleti ve demokrasi standartlarına ilişkin tartışmalar yeniden gündeme geldi. Strasbourg’daki oturumlarda “delillerin manipüle edildiği”, “masumiyet karinesinin uygulanmadığı”, “yerel demokrasinin zayıfladığı” gibi iddialar sıralandı.
Bir dönem bu tür raporlar Ankara’nın iç siyasetini belirleyen tartışmalara yol açar, manşetleri şekillendirir, hatta reform takvimini doğrudan etkilerdi. Bugünse aynı başlıklar Türkiye kamuoyunda neredeyse hiç yankı bulmuyor. Bu yalnızca gündemin ağırlığıyla açıklanamaz; eski dünyanın kuralları değişti, AB kurumlarının Türkiye üzerindeki nüfuzu da o eski ağırlığını taşımıyor.
Bunun ilk nedeni, AB’nin Türkiye açısından artık yön verici bir çerçeve oluşturmaması. Üyelik müzakereleri fiilen donmuş durumda; ne Ankara’nın stratejisinde ne de Brüksel’in ajandasında yakın bir gelecek perspektifi var. Bu durum, AB raporlarını teknik bir değerlendirmeye dönüştürdü. Eskiden “AB standartlarına uyum” iç siyasette pozisyon almaya yarayan bir referansken, bugün Ankara çok merkezli bir dış politika izliyor: Körfez, Afrika, Orta Asya, ABD ve Rusya ile aynı anda, farklı eksenlerde ilişkiler yürütüyor. Dolayısıyla PACE veya Komisyon raporlarının politik maliyeti de, getirisi de yok. Karşılığında bir ödül veya yaptırım mekanizması bulunmayınca, bu metinler iç kamuoyunda ilgi üretmiyor.
İkinci neden, AB’nin özellikle İsrail– Filistin meselesindeki sicilinin kendi söylemini zayıflatması. 2023’ten bu yana Gazze’de yaşanan ağır ihlaller karşısında AB ülkelerinin sergilediği ikircikli tutum, insan hakları ve uluslararası hukuk konusundaki inandırıcılıklarını ciddi şekilde aşındırdı.
Kimi liderlerin İsrail’e koşulsuz destek veren açıklamaları, bazı kurumların ise yüz binlerce sivilin öldüğü bir ortamda sessiz kalması, “normatif güç Avrupa” iddialarını boşa düşürdü. Böyle bir atmosferde aynı kurumların Türkiye’ye yönelik demokrasi ve hukuk eleştirileri riyakâr ve çifte standarttan başka bir şey değildir. Ahlaki otoritesini yitirenlerin, aslında hiçbir zaman o otoriteye sahip olmadıklarını tüm dünya görüyor.
Üçüncü ve çoğu zaman gözden kaçan etken, Türkiye’nin iç gündeminin çeşitliliği ve yoğunluğu. Ekonomi politikalarından güvenlik başlıklarına, yerel yönetim tartışmalarından dış politikadaki hızlı değişimlere kadar geniş bir gündem var. Bu nedenle PACE raporlarının yeri artık haber akışında sınırlı bir dipnot düzeyine geriledi. Hem karar vericiler hem kamuoyu olarak artık AB’nin değerlendirmelerini bir yönlendirme değil, dış gözlem olarak konumlandırıyoruz. İç siyaset artık kendi dinamikleriyle şekilleniyor; AB’den gelen notlar bu dinamiklerin merkezine oturmuyor.
Son olarak, küresel güç dengelerinin değişmesi, AB’nin dünyadaki ağırlığını da azaltmış durumda. Soğuk savaş sonrası dönemin “AB standartları” paradigması yerini çok kutuplu, çok girişli bir uluslararası sisteme bırakıyor. ABD bile eski belirleyiciliğini kaybederken, AB’nin ekonomik dev olup jeopolitik cüce kalması Avrupa kurumlarının sert eleştirilerini etkisizleştiriyor. Bugün sahada inisiyatif kullanan ülkeler, kendi çıkar tanımlarını yapıyor ve AB’nin normatif söylemi uluslararası politikanın merkezinden uzaklaşıyor. Dolayısıyla AKPM’nin Türkiye raporu, kendince kayıt düşmekten öte pek bir işe yaramıyor.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu