YAZARLAR

MEHMET YÜCE / Karabağ Zaferi’nin Beşinci Yılında Bakü: Zaferin Işığı, Kederin Gölgesi

Beş yıl önce Karabağ semalarında yükselen zafer sesi, bugün hâlâ Türk milletlerinin kalbinde yankılanmaktadır. Bu yankı, Türk topraklarının asla esaret kabul etmeyeceğini, hürriyetin bu milletin kaderi ve karakteri olduğunu tüm cihana bir kez daha ilan ediyordu. 8 Kasım 2025’te Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bakü‘ye gerçekleştirdiği ziyaret, sadece bir zaferin yıldönümünü kutlamak değil; iki kardeş halkın ortak kaderini, ortak geleceğini ve bölgesel barış vizyonunu yeniden teyit etme anlamı taşıyordu. O gün, meydanlarda dalgalanan iki bayrak sadece Karabağ’ın özgürlüğünü değil, Türk dünyasının yeniden dirilişini simgeliyordu. Pakistan Başbakanı’nın da törenlere katılması, bu birlikteliğe Asya’nın derinliklerinden uzanan yeni bir kardeşlik halkası eklemiş; TürkiyeAzerbaycan ittifakını, Türk–İslam dayanışmasının küresel bir simgesine dönüştürmüştür. Böylece Bakü, o gün sadece Karabağ Zaferi’nin değil, üç kardeş ülkenin ortak iradesiyle doğan yeni bir jeopolitik kardeşlik ekseninin de merkezi hâline gelmiştir.

Tarihî Arka Plan ve Siyasi Zemin

27 Eylül 2020’de başlayan 8 Kasım 2020’de Şuşa’nın işgalden kurtarılmasıyla Azerbaycan’ın mutlak zaferinin yankılandığı ve 44 gün süren İkinci Karabağ Savaşı, sadece askeri bir zafer değil, Türk dünyasının modern dönemdeki en somut stratejik birleşme örneği olarak tarihe geçmiştir. Bilinen bir gerçek de bu zaferde Türkiye’nin sahada ve masada kurduğu stratejik desteğin büyük payı bulunmasıdır. Özellikle Türkiye’nin Azerbaycan’a en üst düzeyde siyasi desteği, Türk SİHA’ları, askeri danışmanlık ve istihbarat koordinasyonu, sahadaki dengeleri değiştirmiştir. Zafer akabinde iki ülke ilişkilerini stratejik ortaklık düzeyine çıkaran Şuşa Beyannamesi imzalanarak kardeşlik ilişkisi, kurumsal bir ittifaka ve karşılıklı güvene dayalı yeni bir jeopolitik eksene dönüştürülmüştür. Bu beyannameyle Türkiye ve Azerbaycan yalnızca askerî dayanışmayı değil; savunma sanayiinden enerji güvenliğine, ulaştırmadan kültürel diplomasiye kadar geniş bir alanda ortak gelecek vizyonunu resmen ilan etmişlerdir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Karabağ Zaferinin yıldönümlerine özel bir önem atfetmektedir. Karabağ Zaferinin birinci yıldönümüne de katılan Erdoğan, verdiği mesajlarla iki ülke arasındaki kadim kardeşlik ilişkisinin duygusal bir dayanışmadan çıkararak, uluslararası sistemde ortak hareket eden iki egemen gücün stratejik ittifakına evrildiğini tüm dünyaya duyurmuştur. 8 Kasım 2025 günü icra edilen Zaferin beşinci yıldönümünde Erdoğan’ın Bakü ziyaretini, bu tarihî ortaklığın yalnızca hatırlanması değil, jeopolitik bir vizyonun güncellenmesi anlamında okumak gerekir. Zira 2025 yılı, Türk Devletleri Teşkilatı’nın (TDT) kurumsal derinleşme sürecinde, ekonomik entegrasyondan güvenlik ortaklığına geçişin yaşandığı bir dönem olmuştur. Erdoğan’ın Bakü’ye bu sembolik ziyareti hem TDT’nin geleceği açısından hem de Güney Kafkasya’nın yeniden şekillenen güç dengeleri bakımından kritik bir mesaj taşımaktadır.

Bu ziyaretin zamanlaması da oldukça manidardır. Zira Moskova’nın Kafkasya’daki nüfuz kaybı, İran’ın Zengezur hattındaki izolasyonu, Çin’in Orta Koridor üzerindeki sessiz etkisi ve ABD’nin Washington süreciyle kurduğu “Trump Barışı Köprüsü ya da barış diplomasisi” denkleminde Türkiye’nin bu ziyareti, “Türk eksenli barış düzeninin” beyanı niteliğindedir. Erdoğan’ın “Vatan muharebesi, Asya ve Avrupa’daki jeopolitik dengeleri de değiştirdi. Biz ne kin tutarız ne de geçmişteki acıların tekrar yaşanmasına izin veririz. Dolayısıyla bu zaferi bir son olarak değil, Kafkasya’da kalıcı barışa giden yolun kilometre taşı olarak görüyoruz.” şeklindeki sözleri hem ulusal hem bölgesel bir kararlılığı yansıtmaktadır. Dolayısıyla, Erdoğan’ın Bakü’ye gelişi yalnızca bir anma törenine katılım değil, Türk jeopolitiğinin Orta Asya’ya uzanan stratejik zincirinin sağlamlaştırılması anlamına gelmektedir. Ayrıca bu durum, Türkiye’nin bölgesel bir aktörden küresel bir denge unsuru haline gelişinin de göstergesi olarak yorumlanmalıdır.

Duygusal Derinlik ve Liderlik Sembolizmi

Erdoğan’ın Azerbaycan’daki konuşması, meydanlarda dalgalanan iki bayrakla birlikte yankılanırken; bu görüntü sadece iki kardeş halkın gönül gönüle kucaklaşmasının değil, aynı zamanda liderliğin bir milleti aşan anlamının da tezahürü olmuştur. O an, Bakü semasında dalgalanan bayraklar sadece devletlerin sembolü değil, ortak tarih ve ortak kaderin dalgalanan hafızası gibiydi. Erdoğan’ın sesinde Karabağ’ın dağlarını aşan bir çağrı vardı; bu çağrı, sınırların ötesinde bir gönül birliğini, Türk dünyasının yeniden dirilişine dair bir vizyonu ifade ediyordu. Onun liderliği, bu kardeşliği duygusal bir dayanışmadan çıkarıp, stratejik vizyon ve ortak akılla yoğrulmuş kalıcı bir ittifaka dönüştürmüştür.

Bu konuşmada sadece diplomatik bir nezaket değil, milletlerin kaderine yön veren bir kararlılığın sesi duyuldu. Erdoğan’ın sözleri, “Zafer yalnızca toprakla değil, ruhla kazanılır” anlayışının somutlaşmış hâliydi. Azerbaycan halkı için o gün, Türkiye yalnızca bir dost değil; zaferin ve barışın birlikte inşa edildiği bir kader ortağı olarak hissedildi. Erdoğan’ın liderliği, Karabağ Zaferi’nin askeri bir başarıdan ibaret olmadığını, tarihî bir dirilişin başlangıcı olduğunu bütün dünyaya ilan etti. Onun hitabında, hem Selçuklu’dan Osmanlı’ya uzanan tarih bilinci, hem de modern Türk dünyasının ortak geleceğine dair derin bir vizyon yankılandı. Bu nedenle, 8 Kasım 2025 yalnızca bir yıldönümü değil; liderliğin vizyona, kardeşliğin stratejiye dönüştüğü bir tarih anı olarak hafızalara kazındı.

Bayrak ve Gökyüzü

O gün Bakü semasında iki şey vardı: Birincisi, Karabağ’ın özgür göğünde dalgalanan iki kardeş bayrak; İkincisi, o göğe doğru yükselirken kaybolan bir kargo uçağı. Biri zaferin, diğeri fedakârlığın sembolü oldu. Bayrak göğe yükselirken umut taşıyordu; uçak düştüğünde o umut sınandı. Ve halk şunu idrak etti: Zaferin bedeli bazen sessiz bir gökyüzüdür. Evet, o gün Bakü’de iki hikâye iç içe yazıldı: Birinci hikâye, milletlerin yeniden doğuşu; ikinci hikâye, o doğuşun şehitlerle yoğrulan sessiz duası. İkisi birleşince “kardeşlik” kelimesi bir slogan olmaktan çıkıp, bir yemin haline geldi.

Türk ve Azerbaycan kamuoyları o gün, “birlikte sevinmek” ile “birlikte yas tutmak” arasındaki ince çizgide buluştu. Azerbaycan televizyonları Erdoğan’ın Şuşa’daki konuşmalarını yayınlarken, Türk medyası aynı anda kazayı ve şehitleri duyuruyordu. Fakat dikkat çekici olan, iki halkın tepkisiydi: hiç kimse bir diğerini suçlamadı, kimse bu acıyı siyasi bir malzeme yapmadı. Tam aksine, her iki tarafta da “kardeşliğin imtihanı” bilinciyle dayanışma duygusu hâkim oldu. Halkımız hal diliyle “Zafer, sadece kazanmak değildir; birlikte kaybettiğinde de kardeş kalabilmektir.” ifadesini somutlaştırdılar. Bu durum, iki ülke ilişkisinin artık duygusal bir kardeşlikten öte, ortak kader bilincine dayandığını kanıtladı. Türk dünyasında birlik yalnızca zafer anlarında değil, kayıp anlarında da ölçülür. Bu yüzden kazanın ardından iki ülke bayraklarının birlikte yarıya indirilmesi, tarihe sembolik bir not olarak düşüldü: “Birlikte yükseliriz, birlikte yas tutarız”.

Kargo Uçağı Kazası: Gücün Yanında Kırılganlık

Ancak tarih, çoğu zaman büyük sembolleri acı ironilerle birlikte yazar. Ziyaretten birkaç saat sonra, Azerbaycan’dan Türkiye’ye dönmekte olan bir Türk Hava Kuvvetleri’ne ait C-130 nakliye uçağının Gürcistan sınırı yakınlarında düşmesi, bu gerçeği bir kez daha hatırlattı. O an, Bakü’de kutlama devam ederken Ankara’da televizyonlar “Acı Haber” başlığıyla yayına geçti. Aynı dakikalarda Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev, “Türk kardeşlerimizin acısı bizim acımızdır” sözleriyle yanıt verdi. Bu olay, iki ülke kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Azerbaycan halkı için zaferin coşkusunu gölgeleyen bir hüzün anıydı; Türkiye içinse Karabağ mücadelesinde kazanılan dostluğun bedelinin yeniden hissedildiği bir sınav. Sosyal medyada kısa sürede şu ifade dolaşmaya başladı: “Gökyüzü bile kardeşliğimizi imtihan ediyor.”

Kaza, Türkiye–Azerbaycan askerî-lojistik iş birliğinin derinliğini gösterirken, aynı zamanda bu ittifakın taşıdığı risklerin ve sorumlulukların büyüklüğünü de hatırlattı. Zaferin ışığı ile kederin gölgesi aynı anda yaşandı. Şehitlerimize rahmet, milletlerimize sabır ve metanet; kardeşliğimize ise bu acıdan doğan daha sarsılmaz bir birlik nasip olsun.

Sonuç olarak, Karabağ Zaferi’nin beşinci yıldönümünde gerçekleştirilen Bakü buluşması, yalnızca bir anma töreni değil; Türk dünyasının stratejik uyanışının, kardeşliğin devlet aklıyla bütünleşmesinin simgesi olmuştur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde şekillenen Türkiye–Azerbaycan ittifakı, Şuşa Beyannamesi’yle kurumsal bir temele kavuşmuş; Pakistan’ın da katılımıyla Türk–İslam dayanışmasının yeni jeopolitik ekseni belirginleşmiştir. Her ne kadar aynı gün yaşanan kaza bu tabloya hüzünlü bir gölge düşürse de iki kardeş halkın gösterdiği metanet, bu acıyı bir zayıflık değil, birlik ve sadakatin en güçlü nişanesi haline getirmiştir. Böylece Karabağ Zaferi, geçmişin bir hatırası olmaktan çıkıp, Türk milletlerinin geleceğe uzanan ortak yürüyüşünün ahdi haline gelmiştir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu