FUNDA KARAYEL / Türk sanatı platformu Paris’te tanıtıldı

Paris‘teyiz…
Hani şu her köşesi başka bir hikayeye çıkan, kaldırım taşları bile sanki şairlerden ilham alan şehir… Ve bugün, bu büyülü şehrin ortasında, bizi kalbimizden yakalayan bir şey oluyor: Türk sanatını Paris’te kutluyoruz. Paris Yunus Emre Türk Kültür Merkezi (YETKM) , uzun zamandır hayal edilen bir kapıyı açıyor: Türk Sanatı Platformu.
Ve bu öyle sıradan bir lansman değil… Bir tür “Türkiye’den Paris’e uzanan kültürel köprü. Platform, Fransa‘da yaşayan ya da Türk sanatına kalpten bağlı sanatçıları bir araya getirmeyi amaçlıyor. Ama bence bundan daha fazlası: Türk sanatının sesini Paris’e taşıyan, kültürler arası köprülerin üstüne incecik, zarif bir imza atan bir yolculuk. Resim, fotoğraf, heykel, müzik, dijital sanat… Hepsi buraya davetli.
Ve dahası? Türk sanatını seven, merak eden Fransız akademisyenler de bu hikayenin parçası olacak. Girişim yalnızca Fransa’daki Türk sanatçılara değil, Türk sanatına ilgi duyan ve Türk sanatı üzerine çalışan sanatçı ve akademisyenlere ve diğer Türk devletlerinden başvuru yapmak isteyen isimlere de açık.

FÜREYA’NIN PARİS’E DÖNÜŞÜ
Lansmanın en büyülü anlarından biri, Prof. Dr. Leyla Alpagut‘un “Füreya: Paris’te Türk Seramiğinin Yankısı” semineriydi. Bir düşünsenize… 1951’de Paris’te açtığı ilk sergisiyle dikkatleri üzerine çeken Füreya’nın hikâyesi, yıllar sonra yine Paris’te, yine Türk sanatının tam kalbinde anlatılıyor. Ve Füreya’yla ilgili çok az bilinen, gerçekten cool bir detay var: Paris’teki ilk yıllarında, dönemin avangard sanat çevrelerinde hızla fark edilmesinin nedeni sadece seramikleri değildi. Füreya, o dönem Picasso’nun atölyesinin de uğrak noktası olan Rue du Dragon’daki sanat çevresine davet edilen ilk Türk kadın sanatçı olmuştu. Üstelik buradaki sanatçılar, onun kap rengiyle ateşi “kontrol etmeyen”, aksine ateşle bilinçli bir belirsizlik yaratan tek seramikçi olduğunu konuşuyordu. Füreya’nın “rastlantıyı tasarıma dahil etmesi” Paris’te ciddi bir merak uyandırmıştı. Yani aslında o seminerde sadece Füreya’nın hikâyesini dinlemiyorduk; Paris’in tarihindeki o özgün, cesur, kimsenin bilmediği anıya Türk sanatının Avrupa avangardı ile ilk kez gerçek anlamda temas ettiği ana yeniden tanıklık ediyorduk. Bu bir vefa, bir köklenme ve çok net bir şekilde bir “biz buradayız, hem de uzun zamandır” deme hâliydi.

SANATÇILARA AÇIK BİR DÜNYA
Platformun en güzel tarafı ise şu: Kapılar herkese açık. Sanatçılar site üzerinden projeleriyle başvurabiliyor, Paris’te sergi açmak, seminer vermek, hatta imza günü düzenlemek mümkün. Bu platform sadece Fransa için değil; Yunus Emre Enstitüsü’nün 69 ülkedeki ağı sayesinde uluslararası ölçekte yayılacak. Bir ülkeden başlayan bir kıvılcım, dünyaya açılan dev bir ışığa dönüşecek. Ve bugün, Paris’te bu ışığın ilk parlayışına tanıklık ediyoruz. Gururlandık.
Hem de çok. Çünkü Paris’te yalnızca Türk sanatını anlatmıyoruz; Türk sanatını yaşıyoruz, kutluyoruz, görünür kılıyoruz. Ve bu masal daha yeni başlıyor…

BU PLATFORM NEDEN ÖNEMLİ?
Türk sanatı, tarih boyunca dünyaya defalarca ilham vermiş olsa da, bu ilhamın çağdaş anlatılarda hak ettiği görünürlüğe ulaşması ancak kolektif bir çaba ile mümkün. Bu nedenle bugün atılan her adım son derece kıymetli. Bu platformun açılışı, aslında yıllardır hissedilen bir ihtiyacın somutlaşmış hali: Türk sanatının hem yerel hafızada hem de uluslararası sahnede kendi alanını yeniden ve daha güçlü bir şekilde kurması.
Gelenekten beslenen, modernle konuşan; zanaatkârlığın sabrı ile çağdaş düşüncenin cesaretini bir araya getiren sanatçılarımız, yaratıcı topluluklarımız uzun süredir kendi hikayelerini anlatmak için uygun mecralar arıyordu. Bu platform tam da o alanı açıyor. Lansmanda hissedilen enerji çok şey söylüyordu: Bu, yalnızca bugünün projesi değil; yarının kültürel mirasına bırakılan bir yatırım. Yüzlerce yıllık hafızanın geleceğe aktarılması için atılan bir adım. Ve en önemlisi, sanatın Türkiye’de yalnızca bir ifade biçimi değil, birleştirici, dönüştürücü ve dünyayla bağ kuran bir güç olduğunu hatırlatan bir çağrı. Önümüzdeki dönemde bu platformdan doğacak iş birliklerini, yeni sanatçı keşiflerini, uluslararası açılımları, arşiv çalışmalarını düşününce heyecanlanmamak mümkün değil. Türk sanatı için atılan her adım, kültürel hafızamıza, kimliğimize ve geleceğimize atılmış bir adım. Bu yüzden bu platform değerli, bu yüzden umut verici. Yunus Emre Enstitüsünü bu projeyi hayata geçirdiği için gönülden kutlarım.



