GÜNDEMMANŞETLER

AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik: Cumhur İttifakı’nda çatlak yok

AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, AK Parti MYK toplantısı sonrasında açıklamalarda bulundu.

İşte Çelik’in sözlerinde öne çıkanlar…

DİLOVASI’NDA SORUŞTURMA SÜRÜYOR

Dilovası’nda bir yangında kaybettiğimiz vatandaşlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyoruz. Çalışma Bakanlığı gerekli soruşturma izinlerini verdi, gereken açıklama da yapıldı. Yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz. Hayatını kaybeden vatandaşlarımızın kıymetli ailelerine buradan başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz.

Şunun net bir şekilde bilinmesini isteriz ki; ister tesis sahipleri olsun ister bürokratik olarak sorumlu olanlar, ihmali bulunanlar varsa bunlarla ilgili olarak savcılığın yapacağı soruşturma çerçevesinde ortaya çıkacak tüm gerçekler aynen mahkemeye intikal edecek ve yargı bu sürecin kararını verecektir. Biz de parti olarak bu yargı sürecini yakından takip edeceğiz.

KARABAĞ ŞEHİTLERİ ORTAK ŞEREF NİŞANESİDİR

Tabii, önemli bir ayın içerisindeyiz. Bunun en çok önem taşıyan, anlam oluşturan konularından biri de Karabağ Zaferi’dir. Sayın Cumhurbaşkanımızın da katılımıyla Karabağ’ın azatlığını anma törenleri gerçekleştirildi. Karabağ’ın azatlığı için fedai can eyleyen bütün şehitlerimize bir kere daha Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyoruz.

Buradan Azerbaycan Devlet Başkanı ve Başkomutan Sayın İlham Aliyev’e bir kez daha tebriklerimizi iletiyoruz. Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri’nin kahraman mensuplarını tebrik ediyoruz. Kuşkusuz, Karabağ’ın azatlığı için toprağa düşen her şehit, hepimizin; bütün Türk dünyasının, Türkiye’nin ve Azerbaycan’ın ortak şeref nişanesidir. Hepsine Allah’tan rahmet diliyoruz.

Biz, yakın çalışma arkadaşları olarak şahidiz ki Karabağ’ın azatlığı için mücadele edilen günlerde Sayın Cumhurbaşkanımız mesaisinin önemli bir kısmını buna ayırdı. Dakikalık, anlık, günlük olarak sürekli cepheden gelen haberleri takip etti. Bir kere daha ifade etmek isterim ki, Karabağ’ın azatlığı için verilen mücadelede Sayın Cumhurbaşkanımız, “İki devlet, tek millet” anlayışı çerçevesinde yüksek bir hassasiyetle konunun takipçisi oldu.

Burada şunun altını çizmek isterim ki; savaş kazanıldı, zaferle sonuçlandı. Ancak ondan sonra hem Sayın Cumhurbaşkanımızın hem de Sayın Aliyev’in bölge barışı için kurulmasını ifade ettikleri mekanizmalar, Kafkas barışı açısından, Kafkasya’nın huzuru açısından çok önemlidir, çok kıymetlidir.

“PAŞİNYAN’IN AÇIKLAMALARI POZİTİF GÜNDEM OLUŞTURUYOR”

Sayın Cumhurbaşkanımız, “Bu zafer bir son değil, barışa giden yolun kilometre taşıdır.” demişti. O dönemde hem Sayın Cumhurbaşkanımız hem de Sayın Aliyev, aynı zamanda Ermenistan’ın Azerbaycan’a dönük saldırgan amaçlarından vazgeçmesi halinde, Ermenistan’ın da Kafkas barışına ve bölge barışına katkı sağlayacak bu mekanizmanın bir parçası olması gerektiğini ifade etmişti.

Son zamanlarda şunu da belirtmek gerekir ki, Ermenistan Başbakanı Sayın Paşinyan’ın açıklamaları bu bakımdan pozitif bir gündem oluşturmaktadır. Ermenistan’ın saldırgan, işgalci, eski marjinal günlerine çekmeye çalışanlara karşı daha sağduyulu bir yaklaşım sergilediğini görüyoruz.

Paşinyan’ın özellikle “Ermeni soykırımı” meselesinin başka devletler tarafından Ermenistan’ı Türkiye’ye saldırtmak, diasporayı Türkiye’ye yöneltmek için nasıl bir tarih bilinci manipülasyonu haline getirildiğini; aynı şekilde Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sorunların önemli bir kısmının da bazı devletlerin çıkarlarını gözetmeleri çerçevesinde Ermenistan’ın manipüle edilmesiyle ortaya çıktığını gösteren son derece önemli açıklamalar yaptığını görüyoruz.

Dolayısıyla burada bütün bunlara, tüm bu kışkırtmalara karşı da Sayın Paşinyan’ın zaman zaman sağduyulu açıklamalarını görüyoruz. Bu da katkı sağlayacak bir gelişmedir. Çünkü Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Aliyev, zaferin kazanılmasından hemen sonra “Ermenistan saldırgan ve işgalci tutumundan vazgeçerse, bu bölgesel barış mekanizmasının bir parçası olmalı.” demişlerdi. Bunun da bu yolda ilerlemesinden memnuniyet duyduğumuzu ifade etmek istiyorum.

“CUMHUR İTTİFAKI’NDA ÇATLAK YOK”

Bir de tabii arkadaşlar, sık sık cevap veriyorum ama, Cumhur İttifakı’nda kriz bekleyen bir sektör var. Başka hiçbir kabiliyetleri olmayan, başka herhangi bir şekilde siyaset üretimiyle kendini gösteremeyen, bütün varlığını ve geleceğini Cumhur İttifakı’nda bir kriz çıksın diye uğraşan, marjinal, gerçekten aşırı uçlarda dolaşan; memlekette de sadece kriz havası koklamaya çalışan bir takım odaklar var.

Bunlara bir kere daha morallerini bozacak cevapları veriyoruz. Cumhur İttifakı’nda bir çatlak yok, bir kırgınlık yok. Tam tersine, bunların her saldırısından sonra Cumhur İttifakı’nın daha da güçlendiğini görüyoruz. Çünkü bu şer şebekelerinin Türkiye’nin başına, bölge barışının başına neler getirmeye çalıştığını çok iyi biliyoruz. Bu da bir kere daha Cumhur İttifakı’nın varlığı ve ülkemiz için değeri hakkındaki bilincimizi ve görüşlerimizi tazelememize yol açıyor.

Tabii, geçenlerde Sayın Devlet Bahçeli de çok güzel ifade ettiler: “Bunlar, Cumhur İttifakı gibi bir ittifak şimdiye kadar görmedikleri için, Cumhur İttifakı’nı bir koalisyon zannediyorlar.” Cumhur İttifakı bir koalisyon değildir. Milletin varlık mücadelesi verdiği 15 Temmuz gecesi tamamen millî bir yaklaşımla, millî bir duruşla oluşmuş; milletin bugününe ve geleceğine sahip çıkmak için meydana getirilmiş bir iradedir.

Onlar, koalisyonlardaki pazarlıkçı idareyi Cumhur İttifakı’nın iradesiyle karıştırıyorlar. Koalisyonlardaki pazarlıkçı idare ile Cumhur İttifakı’ndaki bütünlükçü ve organik bir birlikteliğe dayanan irade arasında fark vardır. İdare ile irade arasındaki farkı bilmedikleri gibi, koalisyonla Cumhur İttifakı arasındaki farkı da idrak edemiyorlar.

Bir de tabii, her krizle birlikte Cumhur İttifakı’nı sorgulamaya çalışıyorlar. Hâlbuki Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Devlet Bahçeli başta olmak üzere, onların ortaya koyduğu çerçeve ve irade doğrultusunda Cumhur İttifakı’nın bütün yöneticileri şunu net bir şekilde değerlendirebiliyorlar ve bu konuda da büyük bir siyasi yetenek ortaya koyuyorlar. Hep birlikte bunu yapıyoruz.

Cumhur İttifakı krizlerin ittifakı değil, krizlerden etkilenecek bir ittifak da değildir. Cumhur İttifakı, krizleri çözmenin ve krizleri aşmanın ittifakıdır. Tabii ki hayat devam ettiği müddetçe, siyaset devam ettiği müddetçe her zaman siyaset çeşitli krizlerle karşı karşıya kalacaktır. Ama unutulmamalıdır ki koalisyonlar krizlerle idare edilir.

Cumhur İttifakı bir koalisyon değildir. Onun için Cumhur İttifakı, krizlerle değil; krizleri aşma yeteneğiyle, siyasi hayatın getirdiği çeşitli krizleri, uluslararası gelişmelerin doğurduğu krizleri, devlet hayatında ortaya çıkan gelişmeleri, toplumsal hayatta yaşanan çelişkileri ve bunların yol açtığı zorlukları aşmanın, çözmenin iradesi olarak ortaya çıkmıştır. Ve bu şekilde de güçlü bir biçimde yoluna devam etmektedir.

MİLLİ AĞAÇLANDIRMA GÜNÜ

Buradan değerli vatandaşlarımıza bir duyuruyu tekrar hatırlatmak isterim. Biliyorsunuz, 11 Kasım günü “Millî Ağaçlandırma ve Yeşil Vatan Seferberliği Günü”dür. Sayın Cumhurbaşkanımız bununla ilgili de bir çağrıda bulundu. Biz de parti olarak tüm teşkilatlarımızla birlikte Yeşil Vatan’ı korumak ve güçlendirmek için yarın hep birlikte sahada olacağız — bütün illerimizde ve ilçelerimizde. Aynı şekilde tüm vatandaşlarımızı da bu Millî Ağaçlandırma ve Yeşil Vatan Seferberliği Günü’ne katılmaya davet ediyoruz.

Vatanımız, dünya ve bütün bir gezegen bize Yaradan’ın emanetidir. Ona sahip çıkmak, onu korumak; sınırlarımızı korumak gibidir. Sadece sınırlarımız içinde değil, kendi medeniyet köklerimize, medeniyet değerlerimize uygun bir hayat sürmenin yolu da yeşilin, mavinin ve doğanın tüm renklerinin korunduğu bir yaklaşımı benimsemekten geçer.

Doğa bizim kölemiz değil; doğa bizim yoldaşımızdır, kader arkadaşımızdır. Tabiat, karşısına geçip mücadele edeceğimiz bir şey değil; onunla birlikte hayatımızı anlamlandıracağımız bir varlıktır. Dolayısıyla tabiatı, doğayı kader arkadaşımız olarak görmeliyiz. Aynı kaderi paylaşıyoruz. Bu biricik gezegenimizi şimdiye kadar bilinen dünyalar içinde yaşam barındıran tek gezegenimizi ve onun içinde bir mücevher gibi duran vatanımızı, bu Yeşil Vatan Seferberliği çerçevesinde aynı bilinç ve yaklaşımla ele almalıyız.

“PKK TÜM UNSURLARIYLA SİLAH BIRAKMALI”

Değerli arkadaşlar, tabii ki “Terörsüz Türkiye” en önemli gündemlerimizden biridir. Sayın Başkanımız açış konuşmasında, MYK’nın açılışında bu konudaki hassasiyeti de vurguladı. Cumhur İttifakı’nın birlik ve beraberlik içinde “Terörsüz Türkiye” hedeflerine ulaşmak için kararlılıkla ilerlediğini ifade etti.

Burada PKK terör örgütünün feshi ve silahların bırakılması; PKK’nın bütün unsurları, uzantıları ve illegal yapılarıyla birlikte etkisiz hâle getirilmesi hedefi, belli bir takvim ve yol haritası çerçevesinde devam etmektedir. Bununla ilgili biz çalışmalarımızı sürdürüyoruz; devlet kurumları da çalışmalarına devam ediyor.

Partimiz bünyesinde bu süreci takip eden, bu sürecin siyasetini ve dilini oluşturan bir mekanizmamız mevcut. Bu mekanizma her hafta yaptığı toplantılarla süreci değerlendiriyor, önümüzdeki dönemin getireceği gelişmelere yönelik politikalar üretmeye devam ediyor.

“İSRAİL ANLAŞMAYI DEFALARCA İHLAL ETTİ”

Gazze’deki gelişmeleri de en önemli gündem maddelerimizden biri olarak takip ediyoruz. Biliyorsunuz, yardımların girmesi konusu bizim için son derece önemlidir. Sayın Cumhurbaşkanımız dün de ifade ettiler: Deprem bölgesindeki bazı konteynerlerin Gazze’ye gönderilmesi, oradaki hayatı bir nebze de olsa rahatlatacaktır.

Aynı şekilde, Şarm El Şeyh Anlaşması kapsamında günde 600’e yakın tırın Gazze’ye girmesi öngörülüyordu; ancak maalesef bu sayı 200’e düşmüş durumdadır. Biz, bu yardımlardan sadece gıda yardımlarını kastetmiyoruz. İnsanların hayatlarını iyileştirecek ekipmanlar, tıbbi yardımlar, çocukların ve kadınların ihtiyaç duyduğu çeşitli malzemelerin de Gazze’ye ulaşması gerekmektedir.

Yani, Şarm el-Şeyh Anlaşması’ndaki günde 600 TIR’lık kota aslında aşılması gerekirken; bugün 200’e düşmüş olması son derece sakıncalıdır. Maalesef İsrail defalarca bu barış anlaşmalarını ihlal etmiştir. Bu ihlale “dur” denmesi için gereken uyarıların uluslararası toplum tarafından ortaya konulması gerekmektedir.

Yine çok üzücü bir konu, Sudan’daki El-Fâşir şehrindeki katliamdır; burada hızlı destek kuvvetlerinin gerçekleştirdiği katliam gerçekten Siyonistlerden geri kalmayan bir vahşettir. Bunu en güçlü şekilde kınıyoruz. Türkiye’nin, kardeş Sudan halkının karşı karşıya olduğu bu katliamcı yapıya karşı kardeş Sudan halkıyla bir ve beraber olduğunu bir kere daha vurguluyoruz.

Orada, herkesin takip ettiği üzere, çatışmaların çıktığı bölgelerde altın madenlerinden doğal gaz kaynaklarına kadar pek çok arka plan tartışması yürütülüyor. Bütün bunların, o bölgenin refahını engellemek; oradaki insanların medeni bir hayat sürmesini engellemek için yürütülen birtakım vekâlet savaşlarının neticesi olarak ortaya çıktığını görüyoruz.

Dolayısıyla buradan bir kere daha; Sudan’daki katliam karşısında hem kendi hassasiyetimizi vurguluyoruz hem de uluslararası toplumun bu konuda en yüksek düzeyde hassasiyet göstermesi gerektiğini ifade ediyoruz.

SORU – CEVAP

Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş şunu söyledi: “Terörsüz Türkiye süreciyle ilgili hukuki düzenleme, MGK’nın PKK için silahlı terör örgütü olmaktan çıkarılması kararı sonrası oluşacak.” Sizce bu konu MGK gündemine gelir mi? Değerlendirmeniz ne olur?

Şimdi, orada şöyle arkadaşlar… Bu mekanizmanın nasıl olması gerektiğini size şöyle ifade edeyim: Konumuz, PKK’nın feshi ve silahların bırakılmasıdır. PKK’nın Irak, İran, Suriye olmak üzere bütün ayakları, tüm şubeleri ve tüm uzantılarıyla birlikte silah bırakması gerekir. Aynı şekilde bunun finansman boyutunu oluşturan, “kaçakçılık yapılanması” dediğimiz illegal yapının da tasfiye edilmesi gerekir.

Silah bırakma süreciyle ilgili olarak bir “teyit mekanizması” oluşturulmuştur. Bu teyit mekanizması kimdir? Türk Silahlı Kuvvetleri ve Millî İstihbarat Teşkilatı’dır. Türk Silahlı Kuvvetleri ve Millî İstihbarat Teşkilatı’nın gözü sahadadır; gerçekten silah bırakılıyor mu, bu silah bırakma PKK’nın feshi anlamına geliyor mu, bunu görecektir.

Bunu gördüğü takdirde yani teyit mekanizması bunu teyit ediyorsa, “Evet, burada silah bırakılıyor ve örgüt feshediliyor.” diyorsa süreç işler. Çünkü geçmiş dönemlerde de bu söylemler oldu, fakat silah bırakılmadı. Bu kez belirli bir silah bırakma ritmi var ve bunun örgütün tamamen feshi anlamına gelecek şekilde tamamlanması gerekiyor.

Irak’taki yöntem, silahların bırakılmasıdır; Suriye’de ise 10 Mart Anlaşması’na uyularak, merkezi hükümet ile SDG arasındaki bu anlaşmanın uygulanmasıyla yürütülmektedir. Yani Irak’taki yöntemle Suriye’deki yöntem farklı olabilir.

Türkiye açısından ne oldu? Geçen haftalarda Türkiye’deki unsurların Türkiye dışına çıkması gerçekleşti. Yani terör örgütünün çeşitli şubelerine göre farklı yöntemler işletiliyor.

Sonuç olarak teyit mekanizması Türk Silahlı Kuvvetleri ve Millî İstihbarat Teşkilatı “Ben bunu teyit ediyorum.” dediğinde ve bunu devletimizin başı olarak Sayın Cumhurbaşkanımıza sunduğunda; buradaki mekanizma, hükümet kararıyla mı gerçekleşir, MGK kararıyla mı gerçekleşir, yoksa Cumhurbaşkanlığı kararıyla mı olur, bu Sayın Cumhurbaşkanımızın takdir edeceği mekanizma çerçevesinde şekillenecektir.

Ama sonuç olarak, dediğim gibi, Türk Silahlı Kuvvetleri ve İstihbarat Teşkilatı’ndan oluşan teyit mekanizması sahadaki durumu takip ediyor: Gerçekten silah bırakma süreci nasıl gidiyor? Bununla ilgili bir takvimimiz var, bir yol haritamız var. Yol haritamızın işlediğini söylemiştim; takvimimizi de bu şekilde takip ediyoruz. Haftada bununla ilgili bir iki toplantı yapıyoruz, onu ifade etmek isterim. Çok yakın bir takip içindeyiz.

Daha sonra bu teyit edildikten sonra, teyit mekanizması “Bu gerçekleşmiştir.” ya da “Gerçekleşmemiştir.” diye durumu arz edecek. Eğer gerçekleşmişse, o zaman bir kararla Cumhurbaşkanlığı kararı, hükümet kararı ya da MGK kararı şeklinde süreç tamamlanacaktır. Bu, Sayın Cumhurbaşkanımızın takdirindedir.

Ayrıca bu bahsettiğim yöntem ve mekanizma oluşturulduğunda, bundan sonra Türkiye’yi tehdit eden başka terör örgütleri için de bugün olmasa bile 10 yıl, 20 yıl, 50 yıl sonra ortaya çıkabilecek örgütler için de geçerli bir mekanizma olacaktır.

Çünkü bunun 3–4 boyutu vardır: Silah bırakma, Yıkıcı ideolojik faaliyetten vazgeçme, İllegal yapılanmadan ve mali yapılanmadan vazgeçme, Türkiye’ye karşı propagandayı bırakma. Dolayısıyla sistem böyle işleyecektir. Şu anda sahadaki durumu hepimiz yakından takip ediyoruz.

FUTBOLDA BAHİS SKANDALI

Özellikle spor camiasında bir bahis soruşturması söz konusu ve kamuoyu bu konuyla da yoğun şekilde meşgul oldu. Sizin bu konudaki düşünceniz nelerdir, neler söylersiniz?

Şimdi tabii, siyasetçi olduğum için dünkü maçları yorumlayamıyorum. Aslında özgürlüğüm kısıtlı; fakat dün epey yorumlayacağım maç oldu birkaç tane. Hem Türkiye’nin içinde oldu hem de Türkiye’nin dışında oldu. Böyle bir özgürlüğümün olmamasından dolayı mutsuzum arkadaşlar.

Ama bu bahis meselesi gerçekten son derece can sıkıcı bir meseledir ve bunun üzerine sonuna kadar gidilmelidir. Hepimizin hayatında futbolun önemli bir yeri vardır ve futbol hayatımıza renk katan, lezzet katan en büyük etkinliklerden biridir. Yani şimdi sizinle bu konuları konuşurken çok ciddi konuşuyorum ama futbol yorumu yaptırsaydınız daha neşeli olabilirdim.

Bu bahis soruşturmasının üzerine sonuna kadar gidilmelidir. O sebeple Türkiye Futbol Federasyonu yönetimini bu cesur yaklaşımından dolayı tebrik ediyoruz. Tabii ki hassasiyetle yaklaşılacaktır. Konu yargıya intikal etmiştir. Başsavcılık açıklamasını yapmıştır. Başsavcılık büyük bir titizlikle bunun üzerine gidecektir. Futbolumuzda zaman zaman duyduğumuz şike, bahis ve benzeri şeyler, aslında toplumsal hayatımızın en önemli boyutuna kasteden pislikler ve kirliliklerdir.

Ne olur? Tabii kimseye haksızlık yapmadan… Kimi “Bahis oynamadım, kimliğim kopyalandı.” diyor; kimisi başka bir şey… Bunları da takip ediyoruz. Kimseye haksızlık etmeden, kimse hakkında suizan yapmadan TFF yönetimi son derece cesur ve ahlaki bir duruş sergilemiştir. Doğru olan budur ve onları tebrik ediyoruz.

Geri kalanını ortaya çıkaracak olan yargı sürecidir. Başsavcılık bu süreci büyük bir titizlikle yürütecektir; ardından konu yargıya intikal edecektir. Biz de futbolseverler olarak en küçük ayrıntısına kadar bu süreci takip edeceğiz. İnşallah bir gün krizler azalır da bir basın toplantısında size sadece futboldan bahsederim.

Biliyorsunuz basında uzun bir süredir Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin görüşeceği konusu gündemde. Aynı zamanda Arnavutluk seyahati dönüşünde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan uçakta gazetecilere yaptığı açıklamada da bugün işaret etmişti: “Pazartesi günü karşılıklı bir telefon görüşmesi olup gün belirlemeye çalışacağız.” demişti. Bu konuda hangi aşamadayız? Görüşme bu hafta içerisinde olacak mı?

Tabii, Sayın Cumhurbaşkanımızın ve Sayın Bahçeli’nin programlarına bağlı bir şey; onların takvimlerine bağlıdır. Ama siz Salı, Çarşamba, Perşembe’ye odaklanın yani bu haftaya ilişkin. Zaten hep söylüyorum, Sayın Cumhurbaşkanımız ile Sayın Bahçeli düzenli olarak görüşüyorlar, birbirlerini ziyaret ediyorlar; çeşitli konular burada ele alınıyor. Dışarıdan bazen “kriz vardı, kriz ortadan kalktı” gibi görüntüler veriliyor; hayır, bu Cumhur İttifakı’nın muhabbeti ve birliği içerisinde zaten gerçekleşiyor. Programlarına bağlı olarak bu hafta gerçekleşmesini bekleyebiliriz.

İsrail’deki refah bölgesinde 200 Filistinlinin çıkarılması İsrail tarafından söz konusu olduğu belirtiliyor. Türkiye de bu konuda bir görüşme trafiği içerisinde yer alıyor. İkinci başlık olarak da, Gazze özelinde istiklal gücü gibi mekanizmalarda Türk askerinin temsil edilmesine İsrailli politikacıların karşı çıktığına ilişkin beyanatlar medyaya yansıdı. Bu iki başlık hakkında düşüncelerinizi alabilir miyim?

Şimdi, birinci sorunuza cevap vereyim. “Hadar Goldin” diye bir kişi var, asker, yıllar evvel öldürülmüş. Bu konu, İsrail tarafınca yaklaşık on bir yıldır Hamas tarafından talep ediliyordu; cesedinin teslim edilmesi isteniyordu. Hatta Cumhurbaşkanımızın Amerika seyahatlerinde, yedi Ekim olaylarından önce, Birleşmiş Milletler seyahatleri vesilesiyle Amerika Birleşik Devletleri’nde çeşitli Yahudi kuruluşları randevu talep eder; Cumhurbaşkanımız da onlarla görüşmeler yapardı. O toplantılarda birçok konu gündeme gelirdi; “Hamas’la niçin görüşüyorsunuz?” gibi sorular da sorulurdu. Cumhurbaşkanımız da “Hamas bir direniş örgütüdür, Filistin halkının temsilcisidir; elbette görüşürüm.” derdi.

11 yıldır süren bir konu bu. Eleştirip sonra “Hamas’la görüşün de şunu alın” diyenler oldu; neticede Hamas, 11 yıl aradan sonra Hadar Goldin’ın cesedini İsrail tarafına teslim etti. Burada dikkat edilmesi gereken şey şu: çeşitli bölgeler var, sarı bölge, kırmızı bölge gibi ayrımlar söz konusu. Sarı bölge İsrail kontrolünde ama kuvvet dozu farklılık gösterebiliyor. Bu sarı bölgede 200 Filistinli bulunuyor ve bu 200 kişinin oradan çıkarılması, herhangi bir katliama uğramadan güvenli şekilde tahliye edilmesi gerekiyor. Hamas, Hadar Goldin’ın cesedini teslim ederek anlaşma sürecine bağlılığını göstermiş oldu; karşılığında da İsrail’in bu 200 kişinin güvenli çıkışına izin vermesi gerekmektedir. Türkiye de burada gayret göstermektedir; bu 200 kişinin sarı bölgeden zarar görmeden çıkarılması için yoğun çaba sarf ediliyor. Bu süreç, bazı aracı aktörlerin de girişimleriyle takip ediliyor. Dolayısıyla Hamas, bu adımla barış sürecine bağlılığını göstermiştir; şimdi İsrail’in de buna uygun ve insanî bir karşılık vermesi, o 200 kişiye yönelik herhangi bir katliam girişiminde bulunmaması beklenmektedir. Türkiye üzerine düşeni yapmak için gayret göstermektedir.

İkinci konuya gelince: İsrailli yetkililerin sürekli olarak Türk askerinin Gazze’de bulunmaması yönündeki açıklamalarına dikkat etmek gerekir. Bu açıklamaları yapanlara bakın; özellikle soykırımı savunma konusunda en önde gelen söylemleri kullananların tutumları bir turnusol kağıdıdır. Türk askerinin barış gücü olarak bulunduğu tüm çatışma bölgelerine Cumhurbaşkanımızla birlikte gittik ve bu çatışma bölgelerindeki halklar ile devlet yetkilileri Türk askerinin disiplinini, barışı koruma konusundaki fedakârlığını her zaman övgüyle dile getirmişlerdir. Dolayısıyla bir yerde Türk Silahlı Kuvvetleri varsa, dünyanın herhangi bir yerindeki çatışma bölgesinde Kahraman Mehmetçik’in varlığı barışı koruma konusunda o halkların en önemli teminatıdır; bunu NATO da bilir, NATO dışındaki aktörler de bilir. O çatışma bölgelerinde en disiplinli askerî unsur Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Birleşmiş Milletler misyonları veya başka mekanizmalar kapsamında görev alan Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında “taraf oldu” gibi iddialarda bulunulamaz; Türk Silahlı Kuvvetleri, kendisine verilen emri yerine getirmiştir.

Dolayısıyla eğer barış isteniyorsa, soykırım durdurulmak isteniyorsa ve gerçekten herkesin güvenliği sağlanmak isteniyorsa, Türk Silahlı Kuvvetleri talep edilmelidir. Aksi durumda anlaşmayı ihlal edip tekrar soykırım faaliyetine başlamak isteyenler bahane arıyorsa Türk Silahlı Kuvvetleri’ni istemezler. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin varlığını istemek ya da istememek bir turnusol kağıdıdır: Barış isteniyorsa Türk Silahlı Kuvvetleri orada olmalıdır. Mekanizmalar nasıl olacak, nasıl karar verilecek? Bununla ilgili uluslararası bir denklemin tam olarak ortaya konulmadığını görüyoruz; ama bununla ilgili açıklamalar yapıldı. Bu mekanizmalar belirlendiği anda, Türk Silahlı Kuvvetleri ve ilgili istihbarat unsurları, Sayın Cumhurbaşkanımızın emirleri doğrultusunda dünyanın her bölgesinde barışı korumak için misyon üretmeye hazırdır.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret suçundan soruşturma başlatıldı. Aynı zamanda Meclis’e de, aralarında Özgür Özel’in de bulunduğu 12 milletvekili hakkında 18 dokunulmazlık dosyası sunuldu ve bunların 7’si Özgür Özel’e ait. Bunlarla ilgili neler söyleyeceksiniz?

Şimdi tabii, Özgür Bey sürekli olarak mitinglerde hukuk diyor ama hukuk tanımıyor. Hakkaniyet diyor ama belki de Türk siyasi tarihinin “hakkaniyet” kavramından en uzak siyasi figürlerinden biri olmaya devam ediyor. Devletimizin başı olan Cumhurbaşkanımıza kullandığı tabirler, Avrupa faşistlerinin bile kullanmadığı tabirlerdir.

Siyasette muhalefet edersiniz, sert konuşursunuz, bunlar siyasetin doğasında var. Fakat Özgür Özel’in konuşmaları bunların hiçbiriyle tanımlanacak konuşmalar değil. Doğrudan saldırganlık üreten, doğrudan barbarca bir dil üreten bir konuşma türü. Bazen diyoruz ki “buna nasıl cevap verelim?” Onda da kastımız şu: Biz her şeye cevap veririz de, seviye öyle bir yere düşmüş ki cevap vermeye başladığınız anda kendiniz sıkıntıya giriyorsunuz.

Bu saldırganlığa, bu çirkinliğe, bu pis üsluba nasıl cevap vereceğiz diye gerçekten düşünüyoruz. Özellikle son zamanlarda bu tamamen çığırından çıkmış durumda. Biz kişiselleştirmemeye çalışıyoruz. Kişiselleştirmeden, siyasi akılla, siyasi zekâyla, siyasi argüman üreterek, siyasi muhalefet üreterek bu tartışmalar yürüsün istiyoruz. Siyasi akıldan vazgeçtiler, siyasi zekâdan vazgeçtiler. Siyasi tarihle ilgili her hafta 4–5 tane yanlış yapıyorlar. Kişiselleştirmemeye çalışıyoruz ama böyle bir problem var. Şimdi her gün söylediği sözleri ben maalesef işim gereği dinlemek zorunda kalıyorum; yani böyle de bir eziyetle karşı karşıyayım. Şimdi buna da cevap veriyoruz. Geçen gün demiş ki, “Ömer Çelik’te geçirgen kulak zarı problemi var; istediğini duyuyor, istediğini duymuyor.” Keşke sizin sözlerinizi duymayacak bir ortamda yaşayabilsem ama böyle bir imkân yok.

Fakat yine kişiselleştirmemek lazım. Böyle biyolojik espriler yapmayı seviyor. Ben kendisine yapmam da, böyle “kulak zarı” falan gibi şeyler söyleyerek saldırganlık yapıyor. Ben yapmam da yarın bir rakibi çıkar, der ki: “Ya sen bu kulak zarını falan bırak, geçirgen olmayan beyin zarından, akıl zarından kork.” Yani siyaseti buraya getirmemek lazım; bunlar ayıp şeyler.

Şimdi muhalefet yapacaksanız elinizde bir sürü söz söyleyeceğiniz imkân var. İşte miting yapıyorsunuz, televizyonlara çıkıyorsunuz. Siyaset üretecekseniz buyurun üretin. Bakın, geçen gün söyledim: Cumhurbaşkanımız bizim kırmızı çizgimizdir.

Bu noktada diyorlar ki “Genel başkan olarak eleştirmeyecek miyiz?” Tabii ki eleştireceksiniz. Cumhurbaşkanı olarak faaliyetlerinden dolayı eleştirmeyecek misiniz? Demokraside bu hakkınız var. Siz eleştirirsiniz, biz de cevabını veririz. Ama kullandığınız üslup; hem bizim genel başkanımız olarak, hem devletine milletine bu kadar hizmet etmiş büyük bir devlet adamı olarak, hem milletin sevgilisi olarak, hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet başkanı olarak bu sınırları geçtiği anda, kırmızı çizgimizi işletiriz.

O zaman bizim üslubumuzun önünde, bizim siyasi performansımızın önünde kimse duramaz. Bunu öncelikle söylüyorum. Yani burada mevzu; eğer doğru düzgün bir siyasi diyalektik içerisinde iktidar-muhalefet tartışması yapacaksak zaten bunu yapıyoruz. Onların da kürsüleri var, bizim de kürsümüz var.

Ama bu iş hakarete, hatta küfre, doğrudan bireyselleştirmeye, saldırganlığa falan gelirse — bakın net bir şekilde söylüyorum — hiçbir şekilde müsaade etmeyiz. Biz memlekette iç cephe güçlensin, iç bünyemiz kuvvetli olsun, her şey sağlıklı biçimde yürüsün, iktidar kendi görevini yapsın, muhalefet kendi görevini yapsın ve siyasetin itibarını koruyalım, sivil siyasetin üstünlüğünü yukarıda tutalım diye gayret sarf ediyoruz.

Tabii her zaman siyasetin sıcaklığı içerisinde, tansiyon yüksekliği içerisinde aşırı ifadeler olur. Bizden de aşırı ifadeler arkadaşlarımızdan çıkmış olabilir. Bunların tashih yolları da vardır. Hatta bazen, yine size söylemiştim arkadaşlar: Bazen öyle bir cümle söylüyorlar ki diyorsun ki “Herhalde bu cümleyi söylememiştir.” Ben bazen cevap vermek için, belki düzeltirler diye 12 saat falan bekliyorum. Bazen bir gün beklediğim oluyor. Bakıyorum ki düzeltmiyor ve mecburen cevap vermek zorunda kalıyoruz.

Ondan sonra Sayın Özgür Özel zaman zaman şunu söylüyor: “Bizim söylemediğimiz şeyleri bize söylüyorlar.” Ben de oradan şunu anladım: Dedim ki, bu CHP yönetimini takip etmek işimiz gereği yapıyoruz ama büyük bir eziyet. Ben de oradan şunu anladım ki, Özgür Özel kendi parti yönetimindekilerin ne söylediğini takip etmiyor.

Kendi partisindekilerin Meclis’te, televizyonlarda ve diğer yerlerde ne söylediğinden Özgür Özel’in haberi yok. Onu bilmediği için de cevap verdiği zaman diyor ki, “Bize söylemediğimiz şeyleri söylüyorsun.” Mesela biz sık sık “yurt dışına şikâyet etme” meselesini söylüyoruz. Diyorlar ki “Biz gittik, şunu anlattık, bunu anlattık.”

Sizin yöneticiniz, yakın mesai arkadaşınız şunu söylüyor: Yabancı bir yetkili açıklama yaptığında “Bakın bu yetkili açıklama yaptı, demek ki bizim dediğimiz doğruymuş.” diyor. Kendi ülkesinin devlet başkanının, kendi hükümetinin açıklaması onun için bir doğrulama mekanizması değil; bu parti yöneticisi, CHP yöneticisi için başka bir yabancı yetkilinin söylediği bir doğrulama mekanizması.

Şimdi buna bir şey söylediğin zaman ama ondan Özgür Özel’in haberi yok. Yani kendi parti yönetiminin ne söylediğinden haberi yok. Dolayısıyla iş oraya gelmesin istiyoruz. Oraya gelmesin. Oraya gelirse biz siyasetçiyiz; siyasetin imkânları ve kabiliyetleri içerisinde, üslubumuzu koruyarak, seviyemizi koruyarak cevap veririz. Cevap veremeyeceğimiz hiçbir şey yok.

Ama öbür tarafa döndüğünde maalesef üçüncü sınıf, siyasi zekâ bile denilmeyecek şeylerle — espri, saldırı vesaire — karşılaşıyoruz. Hadi onu da bazen görmezden geliriz ama Cumhurbaşkanımıza dönük olarak kullanılan o ifadeleri hiçbir şekilde affedemeyiz. Bu birinci husus.

İkinci konu arkadaşlar; herkes hukukla karşı karşıyadır. Dolayısıyla yargı makamlarına doğrudan küfrediyor. Bakın, eleştiri değil. Ben o ifadeleri burada almak istemiyorum; yani sokakta söylense büyük olay olacak ifadeler bunlar. Ve bir CHP Genel Başkanı bunu söylüyor.

Şimdi bu, CHP’nin tarihinde de pek görülmüş bir şey değil. Yani şimdiki CHP yönetimi, CHP’nin tarihi ve CHP’nin sosyolojisi ile CHP seçmeni üzerinde vesayet kurmuş bir yönetim.

Şimdi bu üslup karşısında da yapılmış bir sürü şey var. Sonuçta Meclis’in takdiridir; yani o fezlekeleri nasıl değerlendireceği, bunun mekanizmaları belli. Biz işin siyaset tarafındayız. Ama onun dışında, fezleke meselesi dâhil olmak üzere, hiç kimse hukukun dışında değildir.

Yani şöyle bir anlayışları vardı; ben bunu Meclis tutanaklarında da duydum. Milletvekili vardı, aynı zamanda anayasa hukuku profesörüydü. Çıktı bir gün Meclis’te dedi ki: “Ordu kâğıttan kaplan olmuş, artık darbe yapmıyor.”

Anayasa hukuku profesörü, milletvekili ordunun darbe yapmasını arzu ediyor, bunu talep ediyor, bunu Meclis’te söylüyor. Bunun gibi nice ifadeler var. Şimdi de söyleniyor.

Ya zaten diyorsun ki “CHP budur.” Görmezden geliyorsun. Ama bir de kendine pür-i pak demokratik bir tarih uydurup, pür-i pak demokratik bir tutum uydurup ondan sonra da girdiği her seçimi hakkıyla, emeğiyle, alın teriyle kazanmış Cumhurbaşkanlığı makamına, Cumhurbaşkanımıza karşı bu siyasi iftira ve siyasi saldırganlık dilini kullanamaz. Bu bizim kırmızı çizgimizdir.

Arkadaşlar, bugünlük bu kadar yeter. Hepinize çok teşekkür ediyorum. Bütün vatandaşlarımıza hayırlı bir hafta diliyoruz. Buradan AK Parti Genel Merkezi’nden hepsine sevgilerimizi ve saygılarımızı sunuyoruz.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu