Yükselen kıtada güçler savaşı! Afrika’nın kaynaklarına çökme yarışı: Bölge küresel rekabetin yeni merkezine dönüştü


ABD Başkanı Donald Trump, geçtiğimiz gün Nijerya’yı Hristiyanların öldürülmesine göz yummakla suçladı. Yardımların durdurulabileceğini belirten Trump, Savunma Bakanlığı’na “Nijerya’ya saldırı hazırlığında bulunun” talimatı verdi. “Silahları hazırla. İşimiz hızlı, acımasız olacak.” ifadelerini kullanan Trump, ülkeye yönelik “birçok askerî plan” bulunduğunu söyledi.
Açıklamaların ardından Washington yönetiminin Afrika’ya bakışı yeniden gündeme geldi. Trump’ın sözleri uluslararası kamuoyunda endişe yarattı, gözler Nijerya’ya çevrildi.
Nijerya Hükûmeti ise suçlamaları reddetti. Hükûmet sözcüleri, “Her dine mensup vatandaşlarımız için eşit koruma sağlıyoruz.” ve “Devlet destekli bir Hristiyan katliamı yok.” açıklamasında bulundu. Ayrıca “Yabancı askerî müdahale, egemenlik hakkımıza aykırıdır.” ifadeleriyle ABD’ye tepki gösterildi.
Afrika’nın en büyük petrol ve doğalgaz üreticisi Nijerya’da, petrol ihracatı devlet gelirlerinin yüzde 90’ını oluşturuyor. 250’den fazla etnik grubun yaşadığı ülkede halkın yüzde 40’ı yoksulluk sınırının altında bulunuyor. Gerilim, iki ülke ilişkilerini krize sürükleyebilir.
“BÖLGEDE EN ÇOK ZULMÜ MÜSLÜMANLAR GÖRDÜ”
Gerilim tırmanırken A Haber ekranlarına konuk olan Nijeryalı araştırmacı Dr. Musa Umar, ülkenin yapısına dikkat çekti. Umar, “Nijerya 233 milyondan fazla nüfusuyla Afrika’nın en kalabalık ikinci ülkesi. Halkın yaklaşık yüzde 65’i Müslüman. Cumhurbaşkanı Müslüman, eşi ise Hristiyan. Genelkurmay kadrosunun büyük bölümü de Hristiyanlardan oluşuyor. Bu kadar çeşitli bir yapıya sahip bir ülkede ‘soykırım’ iddiaları gerçeği yansıtmıyor” dedi. Umar ayrıca, Trump’ın açıklamalarının tarihsel olarak tutarsız olduğunu vurgulayarak, “2008’de başlayan Boko Haram meselesinde en büyük zararı görenlerin yine Müslümanlardır.” ifadelerini kullandı.
“AFRİKA BÖLGESEL REKABETİN YENİ GÜÇ ODAĞI”
Aynı programda yaşanan krize ilişkin değerlendirmelerde bulunan Dış Politika Uzmanı Mete Sohtaoğlu şu ifadeleri kullandı:
Nijerya örneğinde son dönemde dikkat çeken unsur, ülkenin Çin’le giderek artan yakınlaşmasıdır. Unutmamak gerekir ki Nijerya, stratejik öneme sahip bir kıyı devletidir ve bu durum ülkenin liman kontrolü üzerinden küresel rekabetin merkezine oturmasına neden olmaktadır. Çin, Afrika kıtasında yürüttüğü “liman diplomasisi” ile bu stratejik noktaları hem finansman hem de işletme modelleri üzerinden kendi nüfuz alanına dahil etmektedir. Nijerya’da da Çin tarafından finanse edilen ve işletilen iki büyük liman bulunması, ABD açısından milyarlarca dolarlık bir silah ve ticaret pazarının kaybedilmesi anlamına gelmektedir.
Bu tablo, Afrika’nın doğal zenginliklerine rağmen neden “zenginlik içinde fakirlik” yaşadığını da açıklamaktadır. Kıta, petrol, uranyum ve nadir madenler açısından son derece zengindir; ancak bu kaynakları işletecek teknoloji yabancı ülkelerin kontrolündedir. Çin, kredi karşılığında altyapı projeleri üstlenmekte, borçlar ödenemediğinde ise bu varlıkların uzun yıllar sürecek işletme haklarını elde etmektedir. Böylece limanlardan havalimanlarına, hatta sağlık ve eğitim kurumlarına kadar birçok alan Çin’in ekonomik nüfuzuna girmektedir.
Afrika genelinde, Çin’in gerçekleştirdiği birçok altyapı projesinin nitelik bakımından yetersiz olduğu yönünde eleştiriler artmaktadır. Yapılan yolların ve havalimanlarının kısa sürede çökmesi, bölge ülkelerinde hayal kırıklığı yaratmıştır. Bu nedenle, geçmişte Batı’nın etkisinden bunalan Afrika ülkeleri, bugün aynı durumu Çin için yaşamaya başlamıştır. Çin’in “borç diplomasisi” olarak tanımlanan bu yaklaşımı, Afrika’da ekonomik bağımlılığı derinleştirmektedir.
Bu denklem içinde Türkiye’nin izlediği “su kuyusu diplomasisi” ise farklı bir model ortaya koymaktadır. Türkiye, Afrika’daki insani kalkınma eksenini merkeze alarak bölge halkının doğrudan yaşam kalitesini artıran, sürdürülebilir ve düşük maliyetli projeler yürütmektedir. Bu yaklaşım, kıtanın uzun yıllar boyunca maruz kaldığı sömürü düzenine alternatif bir ilişki biçimi geliştirmektedir.
Türkiye, bugün Afrika’da en fazla diplomatik temsilciliğe sahip ülkelerden biridir. Bu, Ankara’nın kıtaya yönelik stratejik vizyonunun bir göstergesidir. Türkiye, hem Çin, Rusya, ABD ve Fransa gibi büyük güçlerle denge siyaseti izlemekte hem de yerel halkla doğrudan temas kurarak yumuşak güç kapasitesini artırmaktadır.
Sonuç olarak, Afrika kıtası yalnızca doğal kaynaklarıyla değil, aynı zamanda jeopolitik konumu ve insan potansiyeliyle de küresel rekabetin yeni merkezlerinden biridir. Haritalarda olduğundan küçük gösterilen Afrika gerçekte devasa bir kıtadır; bu da kıtanın küresel sistemdeki stratejik önemini daha da artırmaktadır. Ancak kıtanın kalkınmasının önündeki temel engel, teknolojik bağımlılığın sürdürülmesi ve yerel sanayileşmenin kasıtlı olarak engellenmesidir.”
“LİTYUM KEŞFİYLE NİJERYA’DA GÜÇ DENGESİ DEĞİŞTİ”
Gazeteci Bülent Erandaç, Afrika kıtasında artan küresel rekabeti değerlendirerek dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Erandaç’a göre Afrika artık yalnızca petrol ve doğalgaz değil, stratejik madenleriyle de dünya güçlerinin yeni mücadele alanına dönüştü.
Erandaç, “Nijerya’da 2020’de keşfedilen lityum rezervleri, kıtadaki güç dengesini değiştirdi. Bugün Nijerya, petrolün yanı sıra çinko, demir ve lityum gibi değerli madenleriyle küresel ekonomide önemli bir konuma sahip.” dedi.
Deneyimli gazeteciye göre bu sürecin kökeni Soğuk Savaş’ın bitişine dayanıyor. 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla doğan boşluğu ilk fark eden ülkenin Çin olduğunu hatırlatan Erandaç, “Pekin yönetimi 1990’larda uzun vadeli bir strateji kurarak Afrika’ya yöneldi. ABD, ‘Yeni Amerikan Yüzyılı’nı planlarken Çin kendi küresel stratejisini sessizce inşa ediyordu.” ifadelerini kullandı.
Erandaç, İngiltere’nin tarihsel etkisine de dikkat çekti: “Royal African Company döneminde kıtanın kaynaklarını kontrol eden İngiltere, bugün de benzer bir politika izliyor. Nijerya’da hem hükümetle hem de muhalif askeri gruplarla temas hâlindeler. Bu, geçmişteki sömürge politikasının günümüzdeki versiyonudur.” dedi.
Kendi gazetecilik deneyiminden de söz eden Erandaç, 1982 yılında Hürriyet muhabiri olarak görev yaptığı Nijerya ziyaretinde yaşananları anlattı. “Sapele Limanı’nda Türk şirketi Karadeniz Petrol’e ait bir gemi, yakıt kaçakçılığı iddiasıyla alıkonulmuştu. Mürettebat tutuklanmamış, gemide tutulmuştu. O dönem ülkede sıkı bir askerî yönetim vardı. Görüştüğüm bir general, Türkiye deyince ilk olarak Kenan Evren’i sormuştu. Bu bile Türkiye’nin o dönemde bile Nijerya’da tanındığını gösteriyordu.” sözleriyle anılarını paylaştı.
Erandaç, Türkiye’nin son yıllarda izlediği Afrika politikasını da değerlendirdi:
“2008’de dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başlattığı Afrika açılımı, Türkiye’nin kıtaya bakışını değiştirdi. Erdoğan o dönemde ’21. yüzyılın kıtası Afrika olacak’ demişti. Bugün Türkiye, 44 büyükelçilik, 62 uçuş noktası ve büyüyen yatırımlarıyla Afrika’da önemli bir aktör.”
Çin’in 2013’te duyurduğu “Bir Kuşak Bir Yol” projesiyle kıtadaki varlığını genişlettiğini hatırlatan Erandaç, Türkiye’nin bu süreçte kendi kalkınma modelini sürdürdüğünü belirtti.
Son olarak Afrika’nın geleceğine ilişkin değerlendirmede bulunan Erandaç, “Kıta artık sadece doğal kaynaklarıyla değil, jeopolitik konumu ve genç nüfusuyla da küresel rekabetin merkezinde. Ancak kalkınmanın önündeki en büyük engel, teknolojik bağımlılığın sürmesi ve yerel sanayileşmenin bilinçli olarak engellenmesidir.” ifadelerini kullandı.



