NEBİ MİŞ / Küresel yeniden kurulum


Yazının başlığı, hafta sonu dokuzuncusu düzenlenen TRT World Forum‘un bu yılki ana başlığından doğrudan alıntı. Formun alt başlığı da “eski düzenden yeni gerçekliklere” şeklindeydi. En başından beri her yıl takip etmeye çalıştığım formun kendi alanında giderek küresel bir markaya dönüştüğünü söyleyebilirim. Bu tür etkinliklerde devamlılık önemlidir.
Bu forumlar aynı zamanda, devletler arası diplomasiyi destekler. Ev sahibi ülkenin politika vizyonu, küresel meselelere bakışı tartışmalarda öne çıkar. Bu anlamda küresel gündemin şekillenmesine stratejik olarak katkı yapar. Daha açık bir ifade ile ev sahibi ülkenin dış politika vizyonunu sergileme alanına hizmet eder.
İstanbul‘da iki gün boyunca devam eden TRT World Forum’da ele alınan her konuda söz bir şekilde Türkiye‘nin küresel ve bölgesel denklemde her geçen gün artan etkisine geldi. Bunu söyleyenler sadece Türkiye’den katılan konuşmacılar değildi. Aynı zamanda, dünyanın farklı yerlerinden gelen uluslararası ilişkiler uzmanlarının da çoğu, Türkiye’nin artan devlet kapasitesine, savunma sanayinde geldiği konuma ve küresel diplomasideki etkinliğine vurgu yaptılar.
Türkiye ile ilgili değerlendirmeler geçmeden önce, dünyanın içinden geçtiği gerçekliklerle ilgili dinlediklerimden çıkardığım bazı saptamaları burada aktarayım.
Dünyada yeni bir güç mimarisi şekilleniyor. Mevcut düzen yeni sorunlara çözüm üretemiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu hakikati açılış konuşmasında bir kez daha vurguladı: “İkinci Cihan Harbi’nin galipleri eliyle kurulan mevcut sistem, günümüzün gerçeklerine ve gerekliliklerine maalesef uymuyor”.
İnsanlığın ürettiği kuralları, normları, hatta değer setlerini güçlüler işlevsizleştirdi. Bu bağlamda, bugünün dünyasında, İsrail’in yaptığı soykırım nerdeyse büyük güçler tarafından normalleştirilmeye çalışıldı.
Çok kutupluluktan giderek çok merkezliliğe doğru bir yönelim var. İdeoloji temelinde keskin hatlarla şekillen bloklaşma yerini daha esnek ve konu bazlı bölgesel işbirliği modellerine bırakıyor.
Yapay zeka, ekonomik rekabetin seyrini belirleyen jeopolitik bir güç unsuruna dönüşmüş durumda. Teknoloji ve veri egemenliği bir devletin bağımsızlığı ile doğrudan ilgili hale geldi. Ülkeler teknolojik olarak kendi kendilerine yeterliliği sağlayamayacakları için teknolojik bloklaşmalarda saf tutmak ve tarafını seçmek zorunda bırakılıyor.
Ulusal ekonomiler giderek verimlilikten daha çok dayanıklılık ya da şoklara karşı dirençliliğe odaklandılar. Ekonomiler, küresel ticaretteki korumacılık duvarları ile yüzleşmek zorundalar. Büyük güçlerin ekonomilerinde borçluluk arttı. Nüfuslar yaşlandı. Yapay zekanın yıkıcı sonuçları, özellikle insanların işini kaybetmesi gibi alanlarda, ortaya çıkmaya başladı. İklim değişikliğinin sonuçları ve sıcak çatışmaların da artırdığı jeopolitik gerilimler, ulusal ekonomileri kırılganlık düzeyine göre az ya da çok etkiliyor.
Küresel göç dalgaları demografik yapıları şekillendiriyor. Bu bağlamda toplum dayanıklılığı siyasetin merkezde tahkimi ve siyasi istikrarın devamı açısından önemli. İklim değişikliği artık sadece bir çevre sorunu değil, jeopolitik ve güvenlik meselesidir. Dijitalleşme, kimlik ve hakikati de dönüştürüyor. Hakikati tespit etmek giderek zorlaşıyor. Bu bağlamda, doğru bilgiye ulaşım kanallarının güvenilirliği daha da önemli hale geldi.
Küresel sistemin içerisinde, Türkiye’nin yeri ile ilgili de öne çıkan bazı değerlendirmeler şunlardı:
Türkiye, sahip olduğu diplomatik, askerî ve normatif güçle küresel yeniden kurulum aşamasının en önemli aktörlerinden biridir.
Türkiye’nin genişleyen teknolojik temeli, dirençli ekonomisi ve bağımsız dış politika vizyonu, yalnızca bölgesel istikrarı sürdürmede değil, aynı zamanda küresel güvenlik anlayışının şekillendirilmesinde de “yapıcı bir rol oynamasına” imkan tanımaktadır.
Türkiye son 20 yılda sadece bölgesel değil, küresel ölçekte etkin bir aktör haline geldi. Savunma sanayi, enerji, ulaştırma koridorları ve diplomatik arabuluculuk kapasitesiyle “yeni orta güç” tanımının içini tam dolduruyor.
Bugünün karmaşık güvenlik ortamında, Türkiye’nin savunma sanayi artık sadece ulusal bir kapasite değil, aynı zamanda merkezi bir diplomasi aracı haline gelmiştir. Savunma sanayindeki gelişim, güvenlik ihtiyacının sağlanması yanında, ekonomi başta olmak üzere yüksek nitelikli insan kaynağının oluşmasında katma değeri yüksek bir kaldıraçtır.
Türkiye; savunduğu değerler, küresel adalet eleştirisi ve en nihayetinde izlediği aktif dış politikasında arabuluculuk, kolaylaştırıcılık, istikrara katkı sağlayıcı faaliyetlerini aynı zamanda uluslararası siyasete ahlaki bir derinlik kazandırma çabası olarak yürütmektedir.



