YAZARLAR

CEM SANCAR / Vur beline kazmayı

Biz pofuduk koltuklarımızda otururken dünyanın her yerinden vicdan sahibi insanlar Siyonist katillerle yüz yüze gelmenin riskini aldılar ve sivil bir inisiyatifle filolar düzenleyerek Gazze‘ye yardım götürdüler.

Bazı “din müteahhidi” adamlar çıktı ve teknede toplu halde fotoğraf verenlerin arasında yere dirseğini dayamış bir hanıma dil uzattı. Yatan-kalkan dedi…

Orada şortlu kızlar, her dinden inanıştan kalbi yüce insanlar vardı. Bu bir dil sürçmesi değildi, bizatihi beyin sürçmesiydi. Beyinleri öyle çalışıyordu. Kendilerini ele verdiler.

Niye biliyor musunuz? Çünkü dini, mülkiyetleri sanan, hikmeti üstüne değil, cezalandırma ve infazı üstüne düşünenler dar kafalıdır da ondan.

Bu maalesef İslam coğrafyasında sandığımızdan daha yaygındır. Muaviye ile başlamış Abbasi ile devam etmiş bir sapmadır. İşin içine Türkler girene kadar bu yobazlık sürmüş, Türk imparatorluklarında kapı dışarı edilmiş ancak müteakiben bize de sirayet etmiştir.

Bu kuru şeriatçı zihniyet aklıma Hallac’ı getirdi…

***

922 yılında Bağdat‘ta devrin halife ve ulemasının siyasi kararıyla şehit edilen Hallacı Mansur, o günden bugüne bir efsane olarak dilden dile dolaşır, bilgelerin söyleminde yaşar. Doğu’da ve Batı’da hiçbir İslam mutasavvıfı onun kadar yankılanmamıştır…

Hallac’ı bilen herkes onun cezbe halinde söylediği meşhur “Ene’l Hakk” (Ben Yaratıcı Hakikatim) sözünü de bilir. Tanrının birliğini, Tevhidi, Vahdeti Vücudu yaşayan birinin, içten gelen haykırışı olan bu söz yanlış anlaşılmış, onun “Ben Tanrı’yım” dediğini sananlar dinlerini korumak adına ona düşman olmuşlardır.

Oysa Hallac’ı Hoca Ahmed Yesevi‘nin, Mevlâna Celaleddin Rumi‘nin gözünden görmek gerekir. Onlara göre Hallac, rahmete ve kurtuluşa ermiş bir âriftir…

Hallac, varlığını İslam’ın mutlak tek Tanrı inancına adayan bir dervişti. Onun şahsi Tanrı tecrübesini ve Tanrı’yı arayış çabalarını dile getirdiği şiirleri ve yazıları bugün de bizi cezbetmekte ve düşünmeye sevk etmektedir.

***

Hallac’ın büyüsüne kapılmamak elde değil.

Ölüm anında şöyle diyor: “Tanrım, şimdi Sen’in bu kulların toplandılar, dinlerine bağlılıklarından dolayı beni öldürmek ve böylece Sana daha yakın olmak istiyorlar. Onları affet!..”

Bu sözleri hukuk ve ahlak kurallarına aykırı bir şekilde hunharca şehit edilen bir “insan” darağacında söylüyor! Hallac, bizim için erişilmesi imkânsız bir ölçüdür.

Asâlet, hoşgörü, fedakârlık, sadakat, sabır ve İlâhî aşk…

O ibâdetinde çok dikkatliydi, uzlet ve çile ustasıydı. İki kere hac yapmıştır ama ona göre insan herhangi bir din için yaratılmamıştır. Bilakis ortaya çıkış sebebi insan olan her bir din, vasat insanı Tanrı’ya yaklaştıran bir yardımcı unsurdur, bir yoldur, bir öğretidir; daha fazlası değildir. Zira bütün hakikat aynı (Tek) adresten gelmektedir.

***

Hallac’ın diğer bir ilginç yönü de Türklere duyduğu yakınlıktır. Onun Horasan Türkleri ve o devirde Halifenin ordusunda paralı askerler olarak çalışan Türk kökenli insanlar arasında çok fazla sayıda dostlarının olduğunu biliyoruz. Örneğin Bağdat’ın ünlü sufilerinden Türkistan kökenli Şıbli de bunlardan biridir.

Hallac, Türk boylarının İslam’ın kalbiyle tanışma ve bu peçesiz yüzü sevme sürecinin öncüsüdür. Anadolu irfanı denen Türk kökenli akımların ilham kaynağıdır.

Acaba Hallac gibi büyük bir İslam sufisinin Türklerle bu denli ilgilenmesinin sebebi neydi? Şeriata takılıp kalmışları Büyük Aşkıyla ürküten, iktidar (siyaset) hırsı taşıyan halifeliği korkutan ve sonunda katledilen bu dervişin Türkistan’ın (Emevi-Abbasi kafasına göre) “Kâfir Türkleriyle” ne alâkası olabilirdi?

Çünkü Allah âşığı bu dervişin inanç anlayışı farklıdır. Ve nitekim diyor ki: “Ben dinlerin ne olduğu konusunu çok düşündüm. Neticede gördüm ki, bütün dinler, ilahi bir kökün çeşitli dallarıdır.”

Altay Türk inancında “dinler sağlıklı bir bedenin gerekli uzuvlarıdır” denilmekte. İran’ın Horasan bölgesinde yoğunlaşan eski bir Türk boyunun adının halen Halac (Kalac) olması da dikkate değer.

***

İslam dünyasında ve bilhassa Türk ve Mezopotamya kültürlerinde, Hindistan’ın lehçelerinde adı geçer bugün.

Mehtaplı akşamlarda Sind vadisinin ücra köşelerinde Mirza Gâlib bunu söyler:

“Kalpte saklı olan sırrı / İfşa etmeyeceksin / Darağacında söyleyebilirsin / Fakat minberde asla!”

Bir derviş zindanda Hallac’a “Aşk nedir?” diye sordu. Hallac, “Aşkın ne olduğunu bugün, yarın ve öbür gün göreceksin” dedi. O gün onu katlettiler. Ertesi gün ateşte yaktılar. Üçüncü gün külünü göğe savurdular…

***

Sözün özü şudur:

Bizim ilahiyatçıların büyük çoğunluğu düz rasyonalist ve donuk bir düşüncenin ulemasıdırlar. Bal kavanozunu dışardan yalayıp dururlar ve bir tat alamayıp suratlarını buruştururlar.

Hallac’ı hatırlatmak boynumuzun borcudur onlara:

“Kim O’na götüren rehber olarak (düz) aklı bilirse / Tanrı, onu şaşkın şaşkın gezdirir dağda bayırda.”

Meraklısına:

Annemarie Schimmel-HALLAC, tavsiyemdir…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu