YAZARLAR

PINAR YILDIZ YÜKSEL / Görsel olarak sosyal, duygusal olarak yalnızlar: Çocukların dili artık emojiler

Çocuklar artık duygularını konuşarak değil, simgelerle anlatıyor. Uzun cümleler yerini kısa, yüzeysel ifadelere bıraktı. Ekran karşısında büyüyen çocuklar, göz teması kurmakta ve duygusal paylaşımda zorlanıyor. Sessizlik bir suskunluk değil, çağın en büyük iletişim sinyali olabilir

Artık çocuklar konuşmuyor demek abartı değil. Cümleler kısaldı, bakışlar ekrana kaydı, duygular da gülücük emojilerine sığdı. Bir zamanlar “anne bak!” diye seslenen çocukların yerini, başını kaldırmadan ekrana bakan küçük parmaklar aldı. Göz göze gelmek zorlaştı, kelimeler yüz ifadelerinin yerini aldı. Ancak sessizlik sadece utangaçlığın değil; dijitalleşmenin, yoğun ebeveynliğin, hızla değişen öğrenme biçimlerinin ve duygulara az zaman ayıran hayatlarımızın da bir yansıması.
Yeni nesil çocuklar kelimelerle değil, sembollerle büyüyor. Biz yetişkinlerse hâlâ onların sessizliğini “normale” yoruyoruz. Oysa bu sessizlik, “ben buradayım ama duyulmuyorum” diyen bir çağın iç sesi olabilir. Son yıllarda birçok ebeveyn aynı cümleyi kuruyor: “Eskiden çok konuşurdu, şimdi neredeyse hiç anlatmıyor.” Psikolojik danışman Aleyna Nazlıcan Yıldız ve dil-konuşma terapisti Sevda Karaca, bu sessizliğin ardındaki nedenleri anlattı: Dijital ekranlar, hızla tüketilen içerikler, komutlarla sınırlı aile iletişimi ve pandeminin gölgesinde büyüyen çocukluk… Hepsi birleşince ortaya çıkan tablo, sadece dilsel bir gecikme değil, duygusal bir uzaklaşma.

Sevda Karaca Al / Konuşma Bozukluğu Uzmanı

EKRAN KONUŞMAYI DEĞİL İZLEMEYİ ÖĞRETİR
0–6 yaş döneminde çocuk dili, yalnızca duyarak değil, canlı sosyal etkileşim yoluyla öğrenir. Ekran temelli uyaranlar tek yönlüdür; çocuğa tepki vermez, sıra alma becerisini öğretmez, ses tonuna duyarlı değildir. Bu nedenle, uzun süreli ekran maruziyeti dilsel girdiyi nitelik olarak fakirleştirir, beynin sözel işlemleme yollarında pasif öğrenmeyi pekiştirir.

2019’da JAMA Pediatrics‘te yayımlanan bir araştırma, 2 yaşındaki çocukların her 30 dakikalık ekran süresinin, 3 yaşında dilsel ifade puanlarında ölçülebilir düşüşe yol açtığını göstermiştir. Yani ekran, “konuşmayı” değil, “izlemeyi” öğretir.
Pandemi süreci, dil gelişimi açısından küresel bir “doğal deney” etkisi yarattı. 2020–2022 arasında yapılan çok merkezli çalışmalar, pandemi sonrası dönemde konuşma gecikmesi, sınırlı jest kullanımı ve düşük sosyal tepki verme oranlarında belirgin artış olduğunu ortaya koydu.
Çocuklar kelimelerle düşünür; sözcük üretmeden sadece jest veya emojiyle iletişim kurduğunda, beyinde sözel temsiller oluşmaz. Bu durum, sembolik düşünme ve sözel bellek gelişimini sınırlar.
Fonolojik farkındalık, ileride okuma-yazma başarısının temelidir. Çocuk kelimeleri ne kadar üretirse, beynin dilsel kodlamayı o kadar güçlendirir. Sürekli jestle iletişim kurmak, konuşma yerine geçerse, bu süreç sekteye uğrar.

Aleyna Nazlıcan Yıldız / Psikolojik Danışman

SESSİZLİĞİ BİR MESAJ OLABİLİR
Son yıllarda birçok ebeveyn
“çocuğum artık eskisi kadar konuşmuyor” diyor. Bu gözlemi siz de klinik düzeyde görüyor musunuz?
Bu ifadeyi sık duyuyorum. Çocuklar elbette tamamen sessiz kalmıyor; ama çoğu zaman kısa, yüzeysel, tek kelimelik cevaplar veriyorlar. “Bugün okulda ne yaptın?” sorusuna “hiç” ya da “bilmiyorum” cevabı almak artık çok yaygın. Bu durum çoğu zaman konuşma bozukluğu değil, konuşma isteği ve alışkanlığındaki azalmayla ilgilidir.
Çocuklarda konuşma isteğinin azalmasının temel nedeni dijital ekranlar mı, yoksa aile içi iletişim eksikliği mi?
Bu iki etken birbirinden ayrılmaz bir biçimde ilerliyor. Dijital ekranlar çocuklar için çok çekici; hareketli, renkli, anında ödül veren içerikler sunuyor. Ancak asıl mesele ekranların varlığı değil, yerini doldurduğu şey: yüz yüze iletişim. Ekran başında büyüyen çocuk, sürekli hazır bilgiye, hazır tepkiye alışıyor.

Gerçek bir sohbetin temposu ise daha yavaş; düşünme, bekleme ve karşılık verme gerektiriyor. Dolayısıyla ekranla büyüyen çocuk, konuşmanın doğasını “zahmetli” bulabiliyor.
Diğer yandan, aile içi iletişim eksikliği bu etkiyi katlıyor. Örneğin bazı ailelerde konuşmaların büyük bölümü “yap”, “etme”, “hemen getir” gibi yönergelerden oluşuyor. Bu tarz iletişim çocukta duygusal paylaşım isteği uyandırmaz, hatta zamanla iletişimden kaçınmasına yol açar. Oysa çocuklar sözel gelişimlerini en çok “duygusal bağ kurdukları kişilerle” konuşurken geliştirirler. Ebeveynin sıcak bir ilgiyle, sabırla dinlemesi; konuşmayı bir görev değil, bir bağ kurma biçimi olarak görmesi çocuğun iletişim becerilerini besler.
Bu nedenle çözüm yalnızca ekran süresini azaltmak değil, yerine “canlı sohbet alanları” koymaktır. Aileler akşam yemeklerinde kısa da olsa sohbet saati yaratabilir, hafta sonları yürüyüşlerde çocukla gün üzerine konuşabilir, evde yapılan küçük işler sırasında sohbeti teşvik edebilir. Çocuklarla konuşmanın sihri, bazen onlara büyük sorular sormakta değil, en sıradan anları paylaşmakta gizlidir.

TEK YÖNLÜ İLETİŞİM

Erken yaşta ekranla büyüyen çocuklarda konuşma ve sosyal beceriler nasıl etkileniyor?
Ekran etkileşimi tek yönlüdür; çocuk sadece alıcıdır, geri bildirim vermez. Bu yüzden bu çocuklarda bazen “televizyon dili” dediğimiz taklit tarzı konuşmalar, yüz ifadesi kullanmama gibi davranışlar görülebiliyor. Örneğin çocuk kendisinden ben dili ile değil üçüncü tekil kişi olarak bahseder. “Ayşe okuldan geldi, Ayşe acıktı” dediğini gözlemlemekteyiz.
Sosyal beceriler açısından da benzer bir tablo söz konusudur. Uzun süre ekran karşısında vakit geçiren çocuklar, sıra bekleme, empati kurma, paylaşma gibi becerilerde zorlanabiliyor. Çünkü bu beceriler gerçek insan etkileşimiyle gelişir. Dolayısıyla çocuklar dijital dünyada yalnızca “görsel olarak” sosyalleşiyor ama “duygusal olarak” yalnızlaşabiliyorlar.
Duygularını emojilerle ifade eden çocukların empati kurma becerileri zedelenir mi?
Günümüzde çocukların sıklıkla emojilere başvurduğunu görüyoruz. Gülücük, kalp, üzgün yüz, kızgın surat… Hepsi hızlı bir iletişim aracı haline geldi. Ancak burada önemli bir nokta var: Emojiler duygunun sembolünü verir, ama duygunun derinliğini taşımaz. Yani çocuk “üzgün yüz” emojisini kullanarak aslında üzgün olduğunu iletebilir, ama neden üzgün olduğunu, bu üzüntünün bedeninde nasıl bir his bıraktığını ya da neye ihtiyacı olduğunu ifade etmeyi öğrenmez. Duygular kelimelere dökülmediğinde, çocuk içsel deneyimini tanımlamakta zorlanır; bu da duygusal farkındalığın sınırlı kalmasına yol açar. Bu durum empati becerisini de etkileyebilir.

KELİMELERLE ANLATAMAYABİLİR

Aileler çocuklarının sessizleştiğini fark ettiğinde ilk adım ne olmalı?
Bir çocuk sessizleştiğinde ebeveynin içgüdüsel tepkisi genellikle konuşturmak olur. Ancak konuşma bir emirle değil, güven duygusuyla ortaya çıkar. Dolayısıyla ilk adım “neden konuşmuyor”dan önce “neden konuşmak istemiyor”u anlamaktır. Çocuklar bazen yorgunluk, kırgınlık, utanma ya da duyulmadıklarını hissetme nedeniyle sessizleşir. Böyle durumlarda baskı yapmak konuşma isteğini daha da azaltır. Doğru yaklaşım konuşmak için uygun ortamı hazırlamaktır. Bu, çoğu zaman sessiz bir anda, doğal bir etkinlik sırasında olur. Eğer çocuğun sessizliği haftalarca sürüyorsa bir uzmana başvurmak gerekir. Çünkü bazen sessizlik bir mesajdır; çocuk kelimelerle anlatamadığını sessizlikle anlatır.

KONUŞMA BECERİSİNİ GELİŞTİRECEK ÜÇ ÖNERİ

1 Etkileşim kurun, yönlendirmeyin.
Çocuğunuzla konuşurken onun ilgisini takip edin, komut vermek yerine sohbet edin. Beyin, yönlendirildiğinde değil, etkileşimde öğrenir

2 Yüksek sesle kitap okuyun ve her sayfayı konuşmaya dönüştürün.
Her resim, her kelime bir “dil fırsatıdır.” Çocuğunuzla kitabı okuyun değil, yaşayın.

3 Dil modelleyin, hata düzeltmeyin.
“Bana su verdi” yerine “Evet, sen bana su verdin” gibi doğal biçimde doğru modeli sunun. Bu özgüveni ve doğru biçim öğrenimini destekler.

***

YETENEKLERİYLE DOĞAYI KORUYORLAR

Dünyamıza iyi bakmıyoruz. Doğa ve çevre insanlığın elinden çok çekti ve bunun sonuçlarını da günümüzde görmeye başladık. Fazla tüketim çöp yığınları olarak toprağı, suyu, havayı kirletti. Fabrikalar üretim adı altında denizleri, nehirleri, havayı zehre döndürdü. Şimdilerde ise en büyük sorun elektronik atık… Gözünü akıllı telefonlardan alamayan insanlar ise; gerçeğe karşı kör, sağır ve dilsiz…

Peki, durum böyleyken insanın tek evi olan dünyayı kim koruyacak? Bireysel olarak elimden geleni yapsam da, bu konuda umudumu yitirmiştim. İşte tükenen umudumun yerine gelmesi Vodafone, WWF-Türkiye ve Habitat Derneği işbirliğiyle hayata geçirilen “Dünya İçin Lazım – GreenFest” etkinliğinde jüri üyesi olmamla tekrar yeşerdi.
Çocuklarda sürdürülebilirlik farkındalığı oluşturmak amacıyla festival kapsamında “Dünyanın Bir Çağrısı Var!” temalı resim yarışması düzenlendi. Yarışmaya Türkiye’nin 39 ilinden 372 çocuk katıldı. Her bir resim ayrı güzeldi. Finalde Hatay, Şanlıurfa, Şırnak, Bursa ve İstanbul’dan ilkokul ve ortaokul öğrencilerine ait toplam 6 eser değerlendirdik.

7-10 yaş grubunda “Dünyanın Sesi” kategorisinde “Dünya Senin Elinde” temalı eseriyle Öykü Mercan Keskin, “Hayal Gücü Kahramanı” kategorisinde “Kalbinde Umut Taşıyan Dünya” temalı eseriyle Zeynep Erva Kılıç, “Renklerin Büyüsü” kategorisinde “Güzel Bir Dünya İçin Sürdürülebilir Çevre” temalı eseriyle Asya Alyanak; 11-14 yaş grubunda ise “Dünyaya Mesaj” kategorisinde “Sessiz Çığlık” temalı eseriyle Kayla Şahin, “Özgün Bakış” kategorisinde “Geleceğe Bir Dünya Bırakalım” temalı eseriyle Melis Ada Uyanık, “Sanatsal Ustalık” kategorisinde “Yeşilin Nefesi” temalı eseriyle Meva Nil Biçen ödüle layık görüldü. Her kategoride ödül sahiplerine 30 bin TL’lik teknoloji hediye çeki de sunuldu.
Bu jüri deneyimim bana çocuklarımızın geleceğe ve doğaya dair koruma içgüdüsünün canlı olduğunu ve ellerinden gelen her şeyi yapmak için hazır olduklarını gösterdi. Resimlerinde dikkat çektikleri her bir nokta aslında bulundukları çağın sorunlarını çok net gördüklerini ve tüm bunlara da çözüm önerileri olduğunu da ortaya serdi.
Harikasınız çocuklar, gelecek sizinle çok daha güzel olacak…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu