YAZARLAR

FUNDA KARAYEL / Yeni araştırma Z kuşağı yıkıcı bir nesil mi?

Her dönemin günah keçisi vardır. 2000’lerin başında ‘tembel’ diye yaftalanan Y kuşağından sonra, şimdi sıra Z kuşağında. Her hafta yeni bir makale, yeni bir araştırma… Duygusuz kuşak, etik yoksunu kuşak, değersiz kuşak, yıkıcı kuşak. Sanki genç olmak, dünyayı başka bir yerden görmek suçmuş gibi. Ama ortada kimsenin sormadığı bir gerçek var: Bu kadar hırpaladığınız kuşak, aslında sizin yarattığınız dünyanın mirasçısı. Bank of America Enstitüsü’nün yeni raporu diyor ki: Z kuşağı, 2040 yılına kadar 74 trilyon dolarlık bir ekonomik güce sahip olacak. Bu, tarihin gördüğü en büyük servet transferi anlamına geliyor. Ama asıl mesele şu: Bu servetin nasıl kullanılacağı.

YIKICI İLAN ETTİLER!
Z kuşağı, klasik anlamda zengin olmak istemiyor. Lüksü, anlamla; parayı, deneyimle ölçüyor. Ev almaktan çok seyahat etmeyi, mülkiyetten çok özgürlüğü, tablo koleksiyonundan çok sürdürülebilir bir yaşamı önemsiyor. Ve bu yüzden yıkıcı ilan ediliyorlar. Bankanın araştırma sonucu da bu kuşak için yıkıcılar diyor. Halbuki artık prestij pahalı bir tablo değil; yaratıcılıkla kurulan yeni bir kimlik. Sanatı satın almıyorlar, yeniden tanımlıyorlar. Bir Rembrandt‘a milyonlarca dolar vermek mesela Z kuşağı için bu, sadece tarihin bir parçası. Onlar NFT‘lerde, dijital sanatta, sokak duvarlarında ya da TikTok videolarında sanat görüyorlar.
Koleksiyonculuğu yatırım aracı olarak değil, kimlik inşası olarak yaşıyorlar. Yani mesele sanata değer vermemek değil; sanatı herkesin ulaşabileceği bir alana çekmek. Klasik galerilerin yerine pop-up sergiler, müzayede salonlarının yerine dijital pazarlar kuruyorlar. Bu, kültürel bir devrimdir ve bu devrimi anlamayanlar, en kolay yolu seçip eleştiriyorlar. Bana göre Z kuşağını suçlayan her raporun, her köşe yazısının alt metni aynı: “Bizim gibi olmadıkları için onlardan korkuyoruz.” Oysa bugünün gençleri, kendilerine bırakılan iklim krizini, politik çürümeyi omuzluyorlar. Bir evin peşinatını ödemek için değil, hayatta kalmak için çalışıyorlar. Ve yine de yaratıyorlar. Yeni değerler, yeni sanat biçimleri, yeni ekonomiler…
Z kuşağının “duygusuz” değil, duygularını gizleyecek kadar hayatta kalmaya odaklı olduğunu görememek, bir körlük meselesidir. 74 Trilyon Dolarlık Soru: Parayı Sanata Harcayacaklar mı? Belki eski anlamıyla “sanata harcamayacaklar”. Ama o parayla sanatı yeniden tanımlayacaklar. Bir tabloya değil, o tablonun temsil ettiği fikre yatırım yapacaklar. Bir markaya değil, o markanın savunduğu değere para verecekler.

GECE BAYKUŞU MU YOKSA SABAH KUŞU MUSUNUZ?
Bir zamanlar “Erken kalkan yol alır” denirdi. Bugünse sabah 05.00’te kalkıp meditasyon yapan CEO’lar, “success routine” videoları, “5 AM Club” akımları arasında, erken uyanmamak neredeyse bir karakter kusuru gibi görülüyor. Ama Guardian’ın yeni makalesi, bu kültürel dogmaya bir soru işareti koyuyor:
Ya biyolojik saatimiz farklıysa? Kronotip Gerçeği burada devreye giriyor. Bilim insanları uzun süredir insanları iki temel kronotipe ayırıyor. Sabah tipleri lark: Gün ışığıyla birlikte enerjisi yükselen, sabahları verimli olanlar. Gece tipleri owl: Akşam saatlerinde zihinsel performansı artan, yaratıcılığı gece parlayanlar. Yani aslında “gece geç yatmak” tembellik değil, biyolojik bir farklılık. Ancak modern toplum, hala sabah tiplerinin temposuna göre düzenlenmiş durumda: 9-5 mesaileri, erken okul saatleri, sabah toplantıları… Bu durumda gece tipleri, sürekli olarak kendi biyolojilerine karşı savaşmak zorunda kalıyorlar. Toplumsal Saat Baskısı: “Geç Kalkan” Damgası Sabah erken kalkanlar çalışkan, geç yatanlar tembel olarak etiketleniyor.

Ama gerçek şu: toplumun “sosyal saati” ile bedenin “biyolojik saati” arasındaki fark büyüdükçe, birey fiziksel ve zihinsel olarak yıpranıyor. Bilim buna sosyal jetlag diyor. Tıpkı zaman farkıyla seyahat etmek gibi, beden sürekli saat farkı yaşıyor. Araştırmalar, bu durumun uzun vadede obezite, diyabet ve depresyon riskini arttırabileceğini gösteriyor. Yani gece uyanık kalan biri sadece disiplin eksikliğinden değil, toplumsal bir uyku eşitsizliği sisteminden zarar görüyor. Sosyal medyada “sleep is for the weak” mottoları dolaşırken, uykunun değeri azalıyor ama uykusuzluğun bedeli büyüyor. Asıl soru şu: Gerçekten kimin ritmine göre yaşıyoruz? Ve neden biyolojimize aykırı bir düzene uyum sağlamaya zorlanıyoruz?

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu