ALİ OSMAN KARAOĞLU / Gazze’de Ateşkes Ve Garantörlük Sorunu


ABD Başkanı Donald Trump’ın 20 maddelik barış planı önerisi birtakım değişiklikler ile hem İsrail hem de Hamas nezdinde karşılık bulmuştur. Bu anlamda 7 Ekim 2023’ten beri devam eden Gazze soykırımı Hamas ve İsrail arasında akdedilen bir ateşkes anlaşması ile birlikte şimdilik sona ermiş gözükmektedir. Her ne kadar İsrail ateşkesi ihlal ederek bazı Filistinlileri katlettiyse de bu durum taraflarca ateşkesin askıya alınması olarak değerlendirilmemiştir.
Nitekim Türkiye’nin de aktif ve etkin bir rol oynadığı ateşkes süreci Mısır’ın Şarm el Şeyh şehrinde toplanan devletlerin ortak tutumları ile teyit edilmiş ve ABD-Türkiye-Katar-Mısır ortak bildirisi ile sürecin takip edileceği ifade edilmiştir. Belirtmek gerekir ki, İsrail, uluslararası toplum önünde tarihinde olmadığı kadar küçük düşmüş ve her zamankinden daha aşikar bir şekilde hukuka saygı duymadığını ispat etmiştir. Bu anlamda ateşkesi artık tüm kredisini tüketen bir İsrail’in ateşkese mecbur kalması olarak görmek gerekir. Her ne kadar hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yakalama emri olan Netanyahu ateşkesi bir zafer olarak göstermeye çalışsa da Hamas, Trump tarafından öne sürülen şartlarda birtakım revizyonlar yapabilecek güce sahip olduğunu göstermiştir. Nitekim iki yıllık süreçte Hamas’a karşı tepkiler ile İsrail’e karşı tepkiler kıyaslandığında asıl zor durumda olanın ve imajını düzeltmeye ihtiyacı olanın İsrail olduğu açıkça görülebilecektir. İsrail’in toplumlar nezdinde meşruiyeti kalmamış ve hatta kendisine destek veren batılı devletler zamanla Filistin devletini tanımak zorunda kalmıştır.
Peki ateşkes anlaşması hangi düzenlemeleri içermektedir? Ateşkesin en önemli hükümlerini şu şekilde özetleyebiliriz: 1) Savaş, İsrail hükümetinin onayını takiben derhal sona erecektir. Öncelikle İsrail’in yürüttüğü tüm askerî operasyonlar askıya alınacaktır. 19 Ocak 2025 tarihli insani yardım anlaşmasıyla tutarlı biçimde asgari insani yardım ve destek faaliyetleri derhal tam kapsamlı olarak başlatılacaktır. 2) İsrail kuvvetleri kademe kademe ateşkese ekli haritada belirtilen hatlara (ilk etapta sarı hat olarak bilinen hat) çekilecektir. Bu çekilme Başkan Trump’ın açıklamasının ardından ve İsrail hükümetinin onayını takiben 24 saat içinde tamamlanacaktır. Hamas anlaşmayı tam olarak uyguladığı sürece İsrail çekildiği bölgelere geri dönmeyecektir. 3) İsrail güçlerinin çekilmesinden sonraki 72 saat içinde Gazze’de tutulan tüm İsrailli rehineler (sağ ve vefat etmiş olanlar) serbest bırakılacaktır. Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) ve diğer aracılar vasıtasıyla iki taraf arasında 72 saat içinde iade edilemeyen rehinelerin naaşlarına veya İsrail’in elinde bulunan Gazzelilere ilişkin bilgi ve istihbarat alışverişinde bulunmak üzere bir bilgi paylaşım mekanizması kurulacaktır. Bu mekanizma tüm rehinelerin naaşlarının güvenli biçimde çıkarılıp teslim edilmesini garanti altına alacaktır. 4) Hamas tüm rehineleri serbest bırakırken İsrail de eşzamanlı olarak anlaşmaya ekli listelere uygun biçimde belirli sayıda Filistinli mahkûmu serbest bırakacaktır. 5) Taraflarla koordinasyon sağlamak ve uygulamayı takip etmek üzere, Amerika Birleşik Devletleri, Katar, Mısır, Türkiye ve taraflarca üzerinde mutabık kalınacak diğer ülkelerin temsilcilerinden oluşan bir görev gücü kurulacaktır.
Ateşkes ile ilgili ilk göze çarpan husus metinde kullanılan dildir. Ateşkes metnine bakıldığında Hamas’ın elinde bulunan kişilere “rehine”, İsrail’in hapis cezası verdiği kişilere ise “mahkum” denmektedir. Bu teknik olarak hukuki terminolojiye uygun olmakla birlikte İsrail’in de Filistinli mahkumlara rehine gözüyle baktığı ve onları haklarında verilmiş karara rağmen pazarlık konusu yapabildiği gözden kaçırılmamalıdır. Bu da İsrail’in devlet gibi hareket etmediğinin bir başka delilidir. Nitekim iki yıl boyunca medya eliyle kavramları kendi lehine manipüle eden İsrail’in bu süreçte de kavramları iğdiş etmesinin önüne geçilmelidir.
Ateşkes ile ilgili diğer bir husus ise Trump tarafından açıklanan planı doğrudan teyit eden bir metnin olmaması ve kurulması istenen manda idaresi benzeri yapının ateşkes metninde yer almamasıdır. Zaten böyle bir sistem bölgeyi daha büyük bir kaosa sürükleyebilecek ve çatışmaların yeniden tetiklenmesine neden olabilecek niteliktedir. Bu açıdan ateşkesi mevcut soykırımın durdurulması ve Filistin’e insani yardımın önünün açılması olarak görmek gerekir. Zira ateşkes ile çözülen herhangi bir kronik sorun bulunmamaktadır. İsrail’in hukuksuz işgali ve ablukası ortadan kaldırılmamaktadır. Ateşkes Filistin’in nihai statüsü hakkındaki görüşmelerin başlangıcı olmalı ve uluslararası toplum asıl hedef olan “Filistin’in kayıtsız ve şartsız özgürleşmesi” hedefini hayata geçirmek için uğraşmalıdır. Nitekim iki yıllık soykırımın en önemli sonucu 7 Ekim öncesinde unutulmuş olan Filistin meselesinin yeniden acı bir şekilde hatırlanmasıdır.
Ateşkes ile ilgili başka bir husus ise İsrail’in ateşkesi bozması halinde ne olacağına ilişkin bir hükmün bulunmamasıdır. Bunun yerine taraflarla koordinasyonu sağlamak ve ateşkese uyumu takip etmek üzere bir görev gücünün kurulması öngörülmektedir. Öncelikle ifade etmek gerekir ki kuvvetle muhtemel Gazze ile İsrail arasında bir askersiz tampon bölge oluşturulacak ve görev gücü bu tampon bölgede görev yapacaktır. Trump planında “uluslararası istikrar gücü” olarak ifade edilen görev gücünün çerçevesi ise henüz belli değildir. Bu anlamda geçmiş tecrübelerden yola çıkarak birkaç ihtimal üzerinde durulabilir.
Birinci olarak görev gücü bahsi geçen dört devlet başta olmak üzere birçok devletin askeri katkısı ile oluşturulan bir BM Barışı Koruma Misyonu olabilir. Ancak hem ateşkes sürecine BM Genel Sekreteri’nin dâhil edilmemesi hem de Şarm el Şeyh mutabakatında BM temsilcisinin imzasının bulunmaması bu ihtimalin gerçekleşmesine kuşkuyla yaklaşmamıza neden olmaktadır. İkinci ihtimal ise BM’nin olmadığı bir ateşkes koruma misyonudur. Bu ihtimalde ise çeşitli alt durumlar ortaya çıkabilir. Birincisi çatışmanın tarafları bir yazılı sözleşme ile dört devlete (veya daha azına/fazlasına) ateşkesi koruma ve Gazze etrafında kurulacak tampon bölgeye devriye gücü olarak yerleşme yetkisi verebilir.
İkincisi ise birtakım devletlere garantörlük vazifesi yüklenebilir. Her iki durumda ortaya çıkabilecek önemli sorunlardan bir tanesi ateşkesi koruma misyonunun veya garantörün yetkileridir. Örneğin, ateşkesin taraflardan biri tarafından ihlal edilmesi halinde koruma misyonunun veya garantörün rolü, koruma misyonunun veya garantörün silahlı güç kullanma yetkisi, koruma misyonu olması halinde emir-komuta zincirinin nasıl oluşturulacağı, garantörlük olması halinde herhangi bir garantörün müdahale etme yetkisinin olup olmayacağı gibi meseleler akla ilk gelen belirsizliklerdir. Zira Global Sumud Filosu örneğinde olduğu gibi devletler tarafından koruma sağlanacağının ifade edilmesi ancak ihlal durumunda hangi tedbirlerin alınacağının belirlenmemesi İsrail nezdinde caydırıcılık yaratmayacaktır. Nitekim bu çerçeve belirlenmediği için İspanya ve İtalya askeri gemileri hukuksuz ablukayı kırmak üzere Gazze’ye doğru yol almayı durdurmuş ve İsrail’in tehlikeli bölge olarak adlandırdığı bölgeye girmemiştir.
Garantörlük meselesi esas itibarıyla Türkiye’nin yakından bildiği ve tecrübe ettiği bir meseledir. Nitekim Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulmadan önce Kıbrıs’ın statüsü belirlenirken bir Garanti Andlaşması akdedilmiş ve andlaşmada Türkiye, Birleşik Krallık ve Yunanistan garantör devletler olarak tayin edilmiştir. Nitekim Garanti Andlaşması’nın 2. ve 3. maddelerine göre Türkiye, Birleşik Krallık ve Yunanistan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve anayasal düzenini tanır ve garanti ederler. Bu üç devlet Kıbrıs’ın başka bir devletle birleşmesini (enosis) ya da adanın bölünmesini (taksim) amaçlayan her türlü girişimi önlemeyi taahhüt eder. Herhangi bir ihlal durumunda garantör devletler birbirleriyle istişare ederek gerekli önlemleri alma yükümlülüğü altındadır. Ancak ortak hareket etmek mümkün olmazsa her garantör devlet yalnız başına ve sadece mevcut durumu yeniden tesis etmek amacıyla harekete geçme hakkını saklı tutar.
Bilindiği üzere Türkiye Kıbrıs’ta bozulan statüko neticesinde 1974’te Kıbrıs Barış Harekatı’nı düzenlemiş ve adaya müdahale etmiştir. Ancak daha sonraki gelişmeler adanın bölünmesi neticesini doğurmuştur. Gazze ateşkesi durumunda ise kanaatimizce bu düzeyde bir garantörlüğün gündeme gelmesi mümkün gözükmemektedir. Zira İsrail, her ne kadar ABD ile kader birliği yapmış olsa da özellikle Türkiye’ye ve Katar’a böyle bir yetki verilmesine karşı çıkacaktır. Hatta İsrail, garantörlük seçeneği yerine sadece koruma gücü oluşturulsa dahi bu misyonda yer alacak olan ve güçlü bir orduya sahip olan Türkiye’nin pozisyonu ile ilgili lobi yapacak ve ABD’nin misyonda tek söz sahibi olması için uğraşacaktır. Bu nedenle garantörlük de olsa koruma misyonu da olsa en baştan hukuki sınırlar yazılı bir şekilde net olarak çizilmeli ve İsrail’e yorum imkanı bırakılmamalıdır. Koruma gücünün ya da garantörlerin yetkileri açık şekilde yazılmalıdır.