CHP’de ihanetin anatomisi! “Ekrem İmamoğlu’nun A Takımı’ndan itirafçı olmayan kalmadı”

BELGELİ İTİRAFLAR
İmamoğlu’nun A Takımı’ndan neredeyse itirafçı olmayan kalmadı. Paraya boğulan, siyasi olarak parlatılan isimlerin dosyaları birer birer açıldı. Bugün etkin pişmanlık sırasına giren bu kişilerin üzerine gidilmeseydi; kim bilir yarın bakan, müsteşar ya da büyükelçi yapılmak üzere hazırlanıyor olabilirlerdi. Çekirdek ekibin önemli ismi Ertan Yıldız: “Ekrem İmamoğlu tüm parasal sistemi doğrudan takip ederdi. Tahsilatlar Fatih Keleş’te toplanırdı. Bu paralar Florya’daki başkanlık konutuna getirilirdi.”

Sıvacılıktan “finansal büyümeye” hızlı bir geçiş yapan Adem Soytekin: “Fatih Keleş’ten alınan paraların bazı milletvekillerine devredildiğini biliyorum. Turan Taşkın Özer, İmamoğlu’nun talimatıyla bağış makbuzu talep etti, biz de verdik.”
İronik ama gerçek: Sarıyer’de değeri 50 milyon doları aşan villaları sadece 15 milyon liraya İmamoğlu İnşaat’a devreden kişi Ali Nuhoğlu… Sadece bu da değil. Alacaklarını tahsil edebilmek için milyonlarca lira rüşvet verdiğini ifade etti. Dekontları da unutmadı. Malum, belgeli konuşmak daha “şık” duruyor. Ali Bey’in ifadesinden sonra, “Birilerine yolsuzluk yapmanın da estetik bir yanı varmış” dedirtecek kadar rafine bir rezalet profiliyle karşı karşıyayız. Sanırsınız iş dünyası değil, mafya dizisi.
Rakamsal gerçekliğin en ağır aktörlerinden biri de işadamı Ahmet Sarı: “Ertan Yıldız’a 9 kez, Fatih Keleş’e 17 kez elden toplam 232 milyon TL verdim.”
Böyle belgeli onlarca itiraf var.

YAPI TAMAMEN ÇÜRÜMÜŞ
Bu ifadelerle birlikte; Murat Abbas, Seyfi Beyaz, Murat İlbak, Süleyman Atik, Burak Korzay, Yakup Öner ve Aziz İhsan Aktaş gibi onlarca ismin verdiği belgeler sayesinde sistemin sadece bireysel değil, kurumsal düzeyde çürümüş olduğu artık çok net. CHP bu gerçeği duymak istemese de iddianameyle duymak zorunda kalacak. Hem de “ahtapotun dış bağlantıları” ve daha fazlasıyla.
Belki de işin en dramatik tarafı şu: Bu “sistem” kendi içindeki güç savaşlarıyla çökmeseydi, biz bugün bu rezillikleri hâlâ bir “başarı öyküsü” olarak dinliyor olacaktık. Ama gerçek ne PR ile ne de Silivri’den gönderilen mesajlarla veya medet umulan Brüksel’den atılan sloganlarla örtülebilecek gibi değil.