MUHAMMED HÜSEYİN MERCAN / Siyonizm’e Karşı Mücadelede Küresel İttifakın Öncülleri: Sumud Ve Özgürlük


Holokost anlatısı ile Batı dünyasında oluşturduğu mağduriyet algısı üzerinden uzun yıllar boyunca meşruiyet devşiren işgal devleti, Filistin topraklarında uyguladığı agresif yayılmacılığı her daim güvenliğine yönelik tehditleri bertaraf etme girişimi şeklinde lanse ederek benimsediği politikaları hayata geçirme konusundan büyük bir hareket alanı inşa etmeyi başardı. Etkin kamu diplomasisi stratejileriyle uluslararası medyayı, kültür-sanat mahfillerini ve akademiyi ciddi şekilde yönlendiren Siyonist yapılanma, bilgi üretme tekelini her daim kendine münhasır kılarak küresel alanda ana akım söylemi ciddi biçimde şekillendirdi. Bu yolla Tel Aviv’in ürettiği söylemler, tüm dünyada neredeyse sorgulanmaksızın genel kabul gören temel argümanlar haline geldi. Nitekim dünyanın herhangi bir yerinde işgal devletinin hukuka aykırı eylemleri bir entelektüel, sanatçı ya da akademisyen tarafından eleştirilse, o kişi doğrudan anti-Semitizm damgası ile yaftalanır ve yaptığı eleştirileri neredeyse tamamlayamadan engellenirdi. Siyonizm‘e karşı durmanın sistem dışı kalmakla eş sayıldığı bir anlayışın tahkim edildiği bir zeminde ise genel çoğunluk için mevcut anlatıyı benimsemek ya da buna sessiz kalmak tek çıkar yoldu.
Tel Aviv’in istisnai pozisyonunu sarsan ve bilinen bütün ezberleri yıkan gelişme ise 7 Ekim 2023’te Hamas‘ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları öncülüğündeki Gazzeli direniş gruplarının işgal altındaki topraklara yönelik sızma suretiyle başlattığı operasyondu. O güne kadar, küresel düzenin boşluklarından yararlanan ve ABD’nin başını çektiği ana akım Batılı ülkelerin desteğini her daim yanında gören İsrail, hiçbir devletin sahip olamayacağı düzeyde bir dokunulmazlıkla kural tanımazlığını herkese kanıksatarak gerçekleştirdiği işgal ve katliamlar karşısında uluslararası toplumu duyarsızlaştırdığı bir vasat meydana getirmişti. Tam da bu noktada, Aksa Tufanı ile paradigmatik bir kırılma yaşandı. Küresel çapta geniş kitleleri etkileyen ve yönlendiren Siyonist söylemin mutlaklığı, 7 Ekim sonrası oluşan yeni gerçeklikte kimsenin tahmin edemeyeceği ölçüde sarsıldı. Bunun neticesinde ise küre genelinde işgal devletinin Gazze’deki soykırımına seslerini yükseltenlerin sayısı günden güne artarken Siyonist ablukayı kırmak niyetiyle güçlü sivil inisiyatifler oluştu.
Siyonizm’in Epistemik Mağlubiyeti
Yukarıda işaret edildiği üzere Aksa Tufanı ile Tel Aviv’in her daim mutlak haklılığı üzerine bina edilen anlayışın değişmesinin yanı sıra tüm dünyanın yeni ve derin bir kavrayış dâhilinde Filistinlilerin asil mücadelesine odaklanması, Siyonist yönetime ve ürettiği söylemlere karşı güçlü bir direnç oluşmasına imkân tanıdı. Bu durum, işgal devletinin kuruluşundan itibaren karşı karşıya kaldığı en büyük varoluşsal meydan okuma anlamına gelmekteydi. 1948’ten itibaren Araplarla yapılan savaşlar, Birinci ve İkinci İntifada süreçleri ya da Gazze’nin işgale karşı kararlı direnişi Tel Aviv için ciddi tehdit olarak görülse de ABD ve önde gelen Avrupalı devletlerin siyasi, ekonomik ve askeri desteği, Siyonist yönetimin mütemadiyen ayakta kalmasına olanak tanıdı. Her ne kadar işgal devletinin teo-politik hedefleri, Hristiyan Batı dünyası için ciddi riskler teşkil etse de Avrupa-merkezci -Soğuk Savaş ile daha çok Amerikan merkezci- siyasal ve iktisadi düzenin devamlılığı için İsrail oldukça stratejik ileri karakoldu. Mevcut küresel düzenin kurucu unsurlarının Tel Aviv’i her koşulda desteklemesi, onu takdir edip ödüllendirmesinin altında yatan temel saiklerin başında bu ifa edilen ileri karakol misyonu gelmekteydi. Mamafih, İsrail yanlısı tutumlarının kendi kamuoylarında ciddi rahatsızlığa yol açması ve kitlesel gösteriler aracılığıyla ABD ve Avrupa için alışılagelmişin dışında yeni bir durumun tezahürü, Batılı hükümetlerin Tel Aviv’e yönelik göreceli ve sınırlı dahi bir baskı politikası uygulamasına kapı araladı. İşgal devletinin söylemsel ve ahlaki üstünlük iddiasını kati surette reddeden vatandaşlarının oluşturduğu kamuoyu baskısı neticesinde ise Avrupalı devletler Siyonist kabinenin Gazze’deki soykırımına yönelik eleştirilen dozunun artırmak ya da Filistin’i tanımak gibi oldukça radikal kabul edilebilecek hamleler yapmak zorunda kaldılar.
Tel Aviv’in yüzleştiği bu epistemik mağlubiyet, Batı nezdinde kendisini ve misyonunu yeniden hatırlatma şeklinde tezahür etti. Başbakan Binyamin Netanyahu’nun “Batı medeniyeti adına bir mücadele verdikleri” söylemini kullanması, tam da işaret edilen krizden bir çıkış arayışı anlamına gelmekteydi. Küresel alanda devlet imajını toparlayabilmek ve Batılı halkları büyük ölçüde kaybetse de hükümetlerini yanında tutabilmek adına Siyonist yönetim dünya sisteminin geleneksel kodlarını hatırlatarak zeminini muhafaza etmeye çalıştı. Her ne kadar işgal devleti tüm kurumları ve destekçisi lobiler ile küresel farkındalığa darbe vurmaya çalışsa da ablukayı denizden kırmak niyetiyle alınan inisiyatifler Filistin’in geleceğine dair yeni bir dönemin kapısını araladı.
Küresel Filo İnisiyatifi
Siyonist yönetimin Gazze’deki insanlık dışı eylemlerini sonlandırmak ve ablukayı kırmak için denizden başlatılan ilk inisiyatifler daha sınırlı olsa da bu adımların oluşturduğu etki daha büyük ve etkili girişimlere ilham verdi. Vicdan, Hanzala ve Madleen gemilerinin ardından önce Sumud ardından da Özgürlük filosu ile alınan aksiyonlar, işgal devletine karşı 7 Ekim’in ardından bir başka büyük meydan okuma mahiyetindeydi. Siyonist yönetimin tüm tehdit ve engellemelerine rağmen kararlı bir tutum sergileyen filo organizatörleri ve aktivistler, tüm dünyaya sivil iradenin Siyonist söylemi galebe çalabileceğini açık bir gerçeklikle ispat etti. Aynı zamanda filonun beynelmilel karakteri ve bir çok devletin filoya verdiği çeşitli düzeylerdeki destek, Filistin direnişinin küresel meşruiyetini gözler önüne serdiği gibi aynı zamanda işgal devletine karşı genişleyen güçlü bir bloğun teşekkülünün habercisiydi.
İnsanlık ailesine aitliğin göstergesi konumundaki bu filo inisiyatif gerek katılımcıları gerekse destekçileri itibarıyla dünya düzeninde köklü bir dönüşümün yaşanacağını sinyallerini vermektedir. Uluslararası sistemin dokunulmaz, kural tanımaz, pervasız aktörüne yönelik yükselen bu sivil direniş, Siyonist siyasallığın gelecek yıllarda daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalacağının en somut göstergesidir. Bugüne kadar yaptığı manipülasyonlarla tüm dünyada haklılık algısı tesis eden Tel Aviv’in Gazze’deki soykırım sonrası meydana gelen yeni bilinçlenme karşısında aciz kaldığı aşikardır. Soykırımın sona erdirilmesi ve Siyonist yönetimin genişlemeci stratejisine izin verilmemesi, oluşan bu gerçeklikten uluslararası toplum için bir sorumluluktur. İsmiyle müsemma olan Sumud ve Özgürlük filolarının araladığı kapı, tüm insanlığa yeni bir ruh aşılayarak işgal devletine boyun eğilmemesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Gazze’de ateşkes mutabakatının sağlandığı ve soykırımın bitirilmesine dair umutların yeşerdiği bu süreçte, küresel hüviyet kazanan sivil inisiyatiflerin Filistin özgürleşene dek her daim korunması hayati önem arz etmektedir. Ateşkes ortamında Siyonist yönetimin yeniden söylem üstünlüğünü kazanmasına imkan tanınmaması ve bu konuda güçlü bir duruşun sergilenmesi hem Gazze halkına hem de filo inisiyatifin tüm mensuplarına karşı bir vefa borcudur.