HİLAL KAPLAN / Ekmek ve hürriyet


Katil Netanyahu’nun şu sözleri hâlâ havada asılı duruyor: “Katar başta olmak üzere teröristlere ev sahipliği yapan tüm ülkelere söylüyorum: Ya onları sınırdışı edin ya da yargılayın; çünkü siz yapmazsanız biz yapacağız.” Bu yalnızca bir tehdit değil; bölge ülkelerinin egemenliğini yok sayan, diplomasiyi kendi çıkarına katleden açık bir vesayet ilanıdır. İsrail artık sadece işgalci bir aktör değil, bölgesel ve uluslararası düzeni kendi güvenlik kurgusuna göre şekillendirme iddiasındadır.
Bu sert tablo karşısında sadece devletler değil, vicdanlar da devreye giriyor. Sumud filosu tam da bu vicdani hattın temsili oldu. Filoya katılanlar yalnızca bir parça yiyeceği Gazze’ye ulaştırmaya çalışmıyor; hafızayı uyandırıyor, insanlığı yerinden sarsıyor, unutturulmak istenen bir trajediyi zihinlerde diri tutuyor. Bu çaba küçümsenemez.
Ancak şunu dürüstçe söylemek zorundayız: Bu tür sivil aktivizm örnekleri, ne kadar cesur ve anlamlı olursa olsun, İsrail’in kuşatmasını kıracak, Gazze’ye kalıcı nefes aldıracak bir siyasi ve askeri sonuç üretme kapasitesine sahip değildir. Nitekim böyle bir iddiaları da yoktur. Filolar dünyayı harekete çağırır, utandırır, dikkat çeker ama özgürlüğü husule getiremez. Çünkü özgürlük yalnızca görünürlükle değil; güçle, iradeyle, uzun soluklu stratejiyle ve zorla kazanılır.
Tam da bu noktada Türkiye‘nin duruşu diğer tüm aktörlerden ayrılıyor. Türkiye’nin zaman kazanma stratejisi, bazılarının sandığı gibi edilgen bir bekleyiş değil; hazırlık, güç toplama ve uluslararası dengeleri yeniden kurma hamlesidir. Bölgede siyasi aktivizmin ötesine geçebilecek irade de kapasite de şu anda yalnızca Ankara‘da bulunuyor. Savunma sanayiinden enerji koridorlarına, Afrika ve Asya diplomasisinden Karabağ, Libya ve Somali gibi sahadaki fiili varlıklara kadar uzanan geniş bir etki alanından söz ediyoruz. Bu tabloyu diğer herhangi bir bölge ülkesiyle kıyaslamaya bile gerek yok.
Türkiye hem Batı’yla konuşabilen hem Doğu’yla bağ kurabilen, hem askeri varlık gösterebilen hem kamuoyu mobilizasyonu oluşturabilen tek aktör. Bu yüzden Gazze’ye yalnızca yardım değil, özgürlük götürme iddiasını taşıyabilecek yegâne ülke de odur. Nihai amaç, vicdani dalgayı stratejik güce dönüştürecek siyasi akıl ve sahici kapasitedir.
Bugün Gazze’ye yemek götürmek bile suç sayılırken, oraya özgürlük götürebilecek dilin, ittifakın ve iradenin sahibi olmak her ülkenin harcı değildir. Türkiye’nin farkı da bekleyen değil, hazırlanan; tepki veren değil, denklem kuran; konuşan değil, sonuç üretebilen bir aktör olmasıdır. Sadece Suriye sahasındaki kazanımlarımız, gelmekte olanın ayak sesleridir. Yoksa İsrail, neden yüzlerce kez üs kurmayı planladığımız alanları bombaladı sanıyorsunuz?
Sumud filosunu selamlamak boynumuzun borcudur. Vazifemiz, o filonun taşıdığı vicdanı, bu topraklardan yükselecek daha büyük bir siyasi ve tarihsel hamleyle birleştirmektir. Gazze’nin geleceği, yalnızca gemilerle gelen ekmekte değil; o ekmeğin onurunu savunacak iradede saklıdır. O iradeyi hayata geçirebilecek tek ülke de hâlâ Türkiye’dir. Allah, hak edenleri intikamına memur kılacaktır.