YAZARLAR

CANSU KUNT / Batı Dünyasında Filistin’in Tanınması Ve Birleşmiş Milletler Nezdinde Gazze Gündemi

Gazze’de 23 ayı aşkın süredir devam eden savaş ve soykırım, sadece Filistin halkının yaşamını değil, uluslararası vicdanı da sınamaktadır. Hastaneler, okullar ve altyapı sistemleri yıkılırken, sivillerin büyük kısmı açlık ve şiddetle karşı karşıya kalmıştır. Bu insanlık krizine uluslararası toplumun yanıtı, Batı ülkelerinin Filistin’i devlet olarak tanımasıyla somut bir adım olarak ortaya çıkmıştır. Ancak bu adımın etkisi, yalnızca sembolik olmaktan öteye geçmek için önemli engellerle karşı karşıya kalmaktadır.

Filistin’in Tanınmasının Arkasındaki Dinamikler

22–23 Eylül 2025 tarihlerinde, BM Genel Kurulu öncesinde New York‘ta düzenlenen oturumlar sırasında İngiltere, Fransa, Kanada, Avustralya, Portekiz, Lüksemburg ve Belçika gibi Batılı ülkeler, Filistin’i devlet olarak tanıdıklarını açıklamışlardır. Bu karar, hem sembolik bir anlam taşımakta hem de diplomatik bir mesaj niteliği taşımaktadır. Tanıma, Gazze’deki insani felaket ve İsrail’in saldırıları karşısında bir vicdanî refleks olarak değerlendirilebilmektedir. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, tanımayı tarihî barış çabaları ve Gazze’deki insani durumun aciliyeti ile gerekçelendirerek tanımanın bölge güvenliğine katkı sağlayabilmesi için Filistin’in silahsızlandırılması ve İsrail’in tanınması şartını öne sürmüştür. Benzer şekilde Kanada, İngiltere, Avustralya, Belçika ve diğer bazı ülkeler, tanımayı hem Filistinlilere umut vermek hem de iki devletli çözüm perspektifini desteklemek ve dış politika bağımsızlıklarını göstermek amacıyla bir araç olarak kullanmıştır.

İngiltere özelinde ise kararın bir iç siyasi dinamikle de bağlantısı vardır. İşçi Partisi ve kamuoyunda Filistin yanlısı güçlü bir talep bulunmakta, bu talepler son seçimlerde bazı milletvekillerinin kaybetmesine yol açmış ve hükümetin diplomatik adımlarını şekillendirmiştir. Benzer şekilde Kanada, Avustralya, Fransa ve Belçika; Gazze’deki insani kriz, İsrail’in saldırıları ve Filistin halkının mağduriyeti gibi somut olgularla motive olmuştur. Özetle, tanıyan ülkelerin motivasyonu üç boyutludur: Birincisi, İsrail politikalarına karşı sembolik diplomatik baskı; ikincisi, Filistinlilerin uluslararası meşruiyet ve umut kazanmasını sağlama ve üçüncüsü, iç siyasi dengeler ve kamuoyu baskısı.

Almanya ise temkinli ve farklı bir perspektif izlemektedir. Berlin, Filistin’in tanınmasının ancak iki devletli çözüm sürecinin uygulanması ve İsrail’in güvenliğinin garanti altına alınması durumunda mümkün olabileceğini belirterek, tarihî sorumluluk bilinci ve İsrail ile çözümü önceliklendirme stratejisiyle hareket etmektedir. Bu yaklaşım, Filistin’in meşru taleplerini ikinci plana iten ve Batı’nın vicdanî sorumluluğunu sınırlandıran bir duruş olarak öne çıkmaktadır.

İtalya’da ise Temmuz ayında Filistin’in tanınmasının “zamansız” olduğunu ve böyle bir adımın ters etki yaratabileceğini iddia eden Başbakan Meloni, yoğun protestolar ve muhalefet baskısı sonrası; İsrailli rehinelerin serbest bırakılması ve Hamas’ın herhangi bir hükümetten tamamen dışlanması koşullarıyla tanımadan bahsetmiştir. Bu koşullu yaklaşım, İtalya’nın İsrail’e yakın çizgisini koruduğunu gösterirken, aynı zamanda artan toplumsal tepkiler karşısında hükümetin tutumunda bir kayma yaşandığını da ortaya koymaktadır.

Filistin’in Tanınmasının Hukuki ve Siyasi Boyutları

Uluslararası hukuk çerçevesinde bir devletin tanınması, Montevideo Sözleşmesi’ne göre belirli kriterleri karşılamakla ilgilidir: Nüfus, toprak, hükümet ve diğer devletlerle ilişkiler. Filistin, bugün bu kriterlerin tamamını karşılamıyor. Batı Şeria ve Gazze arasındaki kopukluk, Doğu Kudüs’ün İsrail işgali altında olması ve Hamas ile Filistin Yönetimi arasındaki bölünmüşlük, fiili bir devlet inşasını zorlaştırmaktadır.

Tanıma, Filistin’in uluslararası kabulünü teyit etmektedir. Bu noktada, sembolizmin önemi küçümsenmemelidir. Filistin’in tanınması; İsrail’in politikalarına karşı diplomatik izolasyonun artmasını, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını ve uluslararası meşruiyet kazanmasını sağlamaktadır. Dolayısıyla tanıma, sahada fiili bir değişiklik yaratmasa da siyasi ve moral bir zafer niteliği taşımaktadır.

Filistin’in tanınması, aynı zamanda siyasi söylemde de önemlidir. Erdoğan’ın BM kürsüsünde yaptığı konuşmada vurguladığı üzere, Filistin davasının görünürlüğü ve insani boyutu ön plana çıkarılmaktadır. Tanıma, siyasi bir mesaj ileterek silahlı direniş yerine diplomasi ve devlet yönetimi perspektifini güçlendirmektedir.

Filistin’in Tanınması Nasıl Somut Sonuçlara Dönüşebilir?

Tanımanın saha üzerinde etkili olabilmesi için bir dizi somut adım gereklidir. Boykotlar, silah ambargosu ve iki devletli çözümün korunması gibi yaptırımlar uygulanmadıkça tanıma “sözde” kalacaktır. Temeli New York Deklarasyonu ile atılan ve Filistin Kurtuluş Örgütü (PLO) şemsiyesi altında hazırlanan plan; tüm siyasi grupların, devlet kurumlarının ve sivil toplumun sürece aktif olarak dâhil olmasını öngörmektedir. Deklarasyon, Filistin yönetiminin egemenlik ve güvenlik görevlerini tek elde toplamasını, yönetimde kapsayıcılığı sağlamasını ve devlet inşasını somut eylemlere dönüştürmesini amaçlamaktadır. Ayrıca, 2026’da planlanan seçimler gibi reform süreçleri; kurumların meşruiyetinin yenilenmesi, siyasi tıkanıklığın aşılması ve devlet inşasının güçlendirilmesi açısından kritik fırsatlar sunmaktadır.

Buna ek olarak, ABD Başkanı ve Müslüman ülke liderlerinin bir araya gelerek ortak deklarasyonlar yayımladığı U Masası toplantısı, Gazze’deki savaşı sona erdirmek ve bölgenin yeniden inşasını sağlamak için stratejik bir çerçeve sunmaktadır. U Masası, özellikle güvenlik düzenlemelerinin tesis edilmesi, Filistin kurumlarının meşruiyet kazanması, siyasi tıkanıklığın aşılması ve uluslararası destek ve finansman mekanizmalarının hayata geçirilmesi gibi alanlarda yol haritası oluşturmayı hedeflemektedir. Böylece, hem sahadaki güvenlik ve yönetim sorunları ele alınmakta hem de Filistin’in devlet olarak işlevsel hâle gelmesi için gerekli adımlar uluslararası çerçevede koordine edilmektedir.

ABD’nin Veto Yetkisi

BMGK’da ABD’nin veto yetkisi, Filistin’in tanınmasının önündeki en büyük engel olarak durmaktadır. Vaşington, İsrail’i uluslararası yaptırımlardan koruma rolünü sürdürmektedir. Trump ise, bazı müttefiklerin Filistin’i tanımasını eleştirse de bu eleştiriyi sert sözlerle sınırlı tutmuş, ne ekonomik yaptırım ne de diplomatik misilleme uygulamıştır. Trump yönetiminin bu yaklaşımı, Filistin’in tanınmasının sembolik kazanımlarını sınırlandırsa da müttefiklerin serbestçe hareket edebilmesine olanak sağlamıştır. Bu, ABD’nin veto yetkisi ve diplomatik ağırlığının sınırlarını da ortaya koymaktadır.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Türkiye’nin Gazze Savunusu

Türkiye, Filistin’in haklı davasını hem sahada hem de diplomatik alanda savunma konusunda Batı’ya kıyasla daha aktif bir tutum sergilemektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM Genel Kurulu’nda Filistin temsilcileri adına konuşarak Gazze’deki saldırıları “soykırım” olarak nitelendirmiş ve İsrail’in meşru müdafaa gerekçesiyle saldırılarını meşrulaştırma çabalarını reddetmiştir. Erdoğan, konuşmasında Gazze’deki insanlık krizini fotoğraflarla tüm dünyaya göstererek Filistin’in devlet olarak tanınmasının önemine dikkat çekmiş ve bu sürecin iki devletli çözümün hayata geçirilmesine ivme kazandırmasını temenni ettiklerini vurgulamıştır: “Bizler de her zaman Filistin’in yanında olduk. Olmaya devam ediyoruz, devam edeceğiz.”

Erdoğan, BM sisteminin ve Güvenlik Konseyi yapısının reforme edilmesi gerektiğini belirterek adil bir uluslararası düzen için, “Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu bir sistem kurulana kadar ‘Dünya 5’ten büyüktür’ demeye devam edeceğiz” ifadesini kullanmıştır. Bu söylem, Türkiye’nin diplomatik alandaki etkinliğini vicdani duruşuyla birleştirerek Filistin’in yanında olduğunu göstermektedir.

Konuşma, dünya liderlerini harekete geçmeye çağıran güçlü bir mesaj olarak öne çıkmış; Filistinli aktivistler ve uluslararası gözlemciler tarafından, mazlumların sesi ve Gazze’deki insanlık dramına karşı uluslararası vicdanın temsilcisi olarak değerlendirilmiştir. Dünya medyası da Erdoğan’ın “Gazze’de soykırım yaşanıyor” ve “Sessiz kalanlar bu vahşete ortaktır” sözlerini öne çıkararak mesajın küresel yankı bulduğunu aktarmıştır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD Başkanı Trump ile New York’ta gerçekleştirdiği görüşmeyi “çok verimli ve olumlu” olarak nitelendirmiş; toplantıda Gazze’de savaşın sona erdirilmesi, İsrailli rehinelerin serbest bırakılması ve insani yardımın hızlı ulaştırılması gibi somut başlıkların ele alındığını belirtmiştir. Erdoğan’ın bu kararlı ve vicdani söylemi, Batı’nın eksik ve geç adımlarına karşı Türkiye’yi hem bölgesel hem de küresel düzeyde Filistin’in haklarını savunan öncü bir aktör olarak öne çıkarmaktadır.

Sembolik Bir Dönüm Noktası mı, Somut Bir Adım mı?

Filistin’in uluslararası tanınması, diplomatik ve siyasi açıdan hem sembolik hem de potansiyel olarak somut bir öneme sahiptir. Batılı ülkelerin tanıma kararları, İsrail’e karşı diplomatik mesaj niteliği taşırken, ABD veto yetkisi ve İsrail’in sahadaki direniş gruplarına yönelik sert tutumu nedeniyle kısa vadede somut değişiklik yaratmamaktadır. Ancak tanıma, Filistin halkına umut vermekte, iki devletli çözüm perspektifini desteklemekte ve uluslararası kamuoyunun dikkatini Filistin meselesine çekmektedir.

Filistin’in tanınmasının etkili bir adım hâline gelmesi, hem Filistin tarafının kapsayıcı ulusal bir plan geliştirmesi hem de uluslararası aktörlerin yaptırımlar ve destek mekanizmalarını devreye sokmasına bağlıdır. Türkiye’nin diplomatik çabaları ve Erdoğan’ın BM kürsüsündeki güçlü mesajları Filistin davasının görünürlüğünü artırmış ve uluslararası vicdanı harekete geçirmeye yönelik önemli bir adım olarak öne çıkmıştır.

Sonuç olarak, 2025 tanımaları, uluslararası diplomaside bir sembolik dönüm noktası olarak kayda geçmiş, Filistin’in devlet olarak somut haklar ve yönetim yetkilerini elde etmesi için ise kapsamlı ulusal plan, reform süreci ve uluslararası destekle somut adımların atılması gerekliliğini ortaya koymuştur. Tarihî bağlam, siyasi motivasyonlar ve diplomatik girişimler birlikte değerlendirildiğinde, Filistin’in tanınması yalnızca sembolik değil, doğru stratejilerle somut etkiler doğurabilecek bir adım olarak yorumlanmalıdır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu