HÜLYA GÜLER / BM haftası, Filistin ve ABD’nin açmazları


New York‘luların tabiri ile ‘BM haftası’ yine geldi çattı. Her yıl eylül ayının son haftasında dünya liderlerinin şehirlerine akın etmesiyle günlük hayatın felç olmasından ötürü New York’lular BM Genel Kurulu‘nu, BM haftası diye kodluyorlar. Dünya kamuoyunun da bir hafta boyunca kilitlendiği bu üst düzey liderler buluşmasının bu yıl 80. yıldönümü. Dolayısıyla bu yılki genel kurul pazartesi gerçekleşecek özel bir oturumla açılacak. Bu özel oturuma ve tabi tüm haftaya Gazze’deki soykırıma son verilmesi çağrılarının damga vurması kaçınılmaz. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Genel Kurul’a hitabında bu çağrıyı bir kez daha yineleyeceğini açıkladı. İkonik BM kürsüsünden yapılan çağrıların, diplomatik temasların ve liderlerin ikili görüşme trafiğinden çıkan sonuçların önümüzdeki hafta gündemi fazlasıyla meşgul edeceğinden eminim. Oysa önümüzdeki haftadan çok, bu hafta (göründüğünden daha) önemli bir buluşma gerçekleşti. Uzatmadan söyleyeyim, Trump’ların resmi İngiltere seyahatinden söz ediyorum.
Bu ziyaret her ne kadar kral sofrası ve first lady’nin muza benzetilen kıyafeti ile gündeme gelse de zamanlaması ve işin yatırım ve ekonomik iş birliği kısmı ile ilgili kulislerdeki hareketlilik hala devam ediyor. Trump’ların İngiliz Kraliyet ailesiyle verdiği magazin görüntülerini bir kenara bırakıp, Başbakan Keir Starmer ile mesaisine bakmak lazım. Zira iki lider 250 milyar sterlin (340 milyar dolar) değerinde bir yatırım anlaşmasına imza attılar. İngiltere tarihinin en büyük yatırım anlaşması olarak da kaydedilen bu imzalar nedense beklenen şatafatta bir etkiye yol açmadı. Çünkü İngiltere’nin asıl beklentisi halen yüzde 25 seviyesinde olan gümrük tarifelerinde bir indirim yapılmasıydı. İngiltere tarifelerin en azından AB ülkelerinde olduğu gibi yüzde 10-15 seviyelerine çekilmesini umuyordu. Ama bu kez misafir yerine ev sahibi umduğu değil bulduğu ile yetinmek zorunda kaldı. ABD yönetimi gümrük tarifelerine ilişkin aylardır süren müzakereleri askıda tutup yol haritası ve takvimi belli olmayan 250 milyar sterlinlik bir Teknoloji Kalkınma Anlaşması imzaladı. Ve bu devasa boyuttaki anlaşma iki liderin neşeli görüntüler vererek düzenlediği ortak basın toplantısı ile duyuruldu. Ama nedense sorular başka yerden geldi. Örneğin bu ziyaretin zamanlaması sorgulandı. Yersiz bir sorgulama da değil aslında. İki liderin rahat rahat görüşme imkanı bulabileceği BM Genel Kurulu’na günler kala, İngiliz monarşisinin de işin içine katılarak daha da görkemli hale getirilen bu resmi ziyaretin asıl sebebi merak edildi. Sebep, İngiltere’nin Filistin’i resmen tanıyacağını açıklaması olabilir mi, mesela? Sonuçta İngiltere’nin bu haftasonu ya da önümüzdeki hafta BM genel kurulu sürecinde Filistin’i tanıyacağına ilişkin Başbakan Starmer’in açıklamaları söz konusu. Yoksa iki liderin ABD ve İngiltere arasındaki ‘çok özel ilişki’nin altını çizdikleri toplantıda Trump’ın Filistin konusu hariç demesinin başka ne sebebi olabilir. ABD de, İngiltere de dünya ekonomisi ve siyasetinde etkililer ama aynı zamanda bazı ekonomik meydan okumalarla karşı karşıylalar. Her iki ülkenin de gizliaçık planları ve açmazları var. ABD’nin Filistin politikası ve Gazze zulmüne ortak olmasında ve İngiltere’nin de bölgedeki gerilimi azaltmaya yönelik adım atıyormuş gibi görünmesinin perde arkasında bütün bunların etkisi var. Geçen yıl Gazze’yi kimsenin görmek istemediği ‘odadaki fil‘ olarak tanımlamıştım. Ama bu yıl işler değişti, artık Gazze’yi görmemek mümkün değil.