YAZARLAR

CEM SANCAR / Anlar, metafizik maceralar

Geçende abuk sabuk bir mevzudan hukuki bir problem yaşadım. Burada anlatsam zâtımı Aziz Nesin olarak adlandırabilirsiniz. Ama anlatmayacağım, çünkü herkesin yaşayıp durduğu şeyler için bu köşede mızırdanmayı sevmiyorum…

Fakat bilginin peşinde cahilliğimizin yaralarını sararken önümüze çıkan böylesi mecburiyetler, takdir edersiniz ki insanı daraltıyor. Önce canım sıkıldı, sonra, “Amaaan!” dedim. “Her an için Rahmana şükretmiyor musun? E ne var o zaman? Git meseleni hallet feraha çık evlâdım…”

***

Bostancı’dan motora atladık, Büyük Ada’da adres sormaya başladık. Arkadaşım Eski Tüfek, devrimci nizamnâmeye tâbi olaraktan işportacılara falan yanaşırken, ben ak saçlı uzun boylu spor giyimli bir beyi gözüme kestirdim. Beyefendi de bana adresi sıcak bir içtenlikle tarif etti. Sonra bir baktım, gelenekçilikten mütevellit biraz geriden gelen dostum, aynı adamı durdurmuş konuşuyor. Meğerse adres sorduğumuz kişi Kemal İnan’mış. ODTÜ, Kaliforniya, Sabancı Üniversitesi. Prof. bir insan, “Teknolojik İş(lev)sizlik” kitabının yazarı.

Tevâfukun dibi!

Eve dönüşte Kenan Bey’in söyleşilerine bir göz attım ve an denen şeyin zevkine vardım…

***

Kendi sesimle konuşursam, şöyle diyor metafizik karşılaşmalarımın Kemal İnan’ı:

En asil bilgi “bilimsel bilgi” diye bize dikte edilmiştir. “Bilimsel abi ya!”

17. yüzyılda bilimsel bilgide patlama oldu. Bilimsel bilgi sıçrama yapınca sosyal bilimciler heyecanlandı. Marks, Comte, Durkheim, Freud bu yolda yürüdüler.

Ne var ki 19. yüzyılda birileri çıkıyor ve “her şey bilimsel bilgi değil, bilimi dezenfekte edelim” diyor.

Bilim Felsefesi böyle doğuyor.

Ernst Mach adlı fizikçi Mantıksal Pozitivizmi öne sürüyor. İlk fedailer, herhangi bir bilimsel önermenin bir anlamı olabilmesi için onun yanlışlanabileceği veya doğrulanacağı bir deneyi ortaya koymanız lazım diyorlar. Deney yoksa biz buna metafizik diyoruz, diyorlar.

Mesela su 100 derecede kaynar. Bitti…

Karl Popper, pozitivizme su taşıyor. Bir önerme yanlışlanabildiği ölçüde geçerlidir. Ta ki günün birinde fos çıkana kadar diyerek kem ediyor küm ediyor…

Sonra Thomas Kuhn, “bu mevzu mantıksal pozitivizmle çözümlenemez, olaya tarihsel bakmak lazım” diye giriyor araya. Bütün bilim çevrelerinin belli bir çağdaki ortak anlayışı, paradigmadır. Paradigma, bir ortak kabuldür diyor. Bilim de öyle… Fazla şey etmeyin diyor yani. Bilim dış gerçekliği açıklamak için matematiksel bir modeldir. Modeller (modalar) gelir gider. Newton modeli gider, Einstein modeli gelir, deyince işler iyice karışıyor!

Heyecan yükseliyor. Ne zamanki bilim çıkmaza giriyor, işte o vakit mantık çöküyor, paradigma iflas ediyor. Kuhn Baba, buna bunalım süreci diyor. Bu süreçten sonra devrimci süreç, yepyeni fikirler geliyor. Misal Einstein çıkıyor, rölativiteyle bambaşka bir şey söylüyor. Böylece paradigma değişiyor. Kuhn diyor ki; “gelişme düz bir çizgi halinde değil sıçramalarla olmakta!”

Takıldığı soru şu: Peki sonunda bir önermenin doruluğu yanlışlığı nasıl anlaşılacak, niye güvenelim bilimsel bilgiye? Çünkü bu “evrensel bilgi” denen sadece bir ortak kabul.

Mantıksal pozitivizm denen bilgi kuramı böylecene gümbür şakır çökmeye başlıyor…

***

Bilim Felsefesi üstüne akıl yürütmeye bu noktadan bir iç sohbetle devam edeyim:

Sahneye bu kez Popper’ın öğrencisi Feyerabend giriyor. Bu tip bir akılcılığı kabul edilmez buluyor. Çünkü Feyerabend’e göre rasyonalizm, öncelikle sadece (Avrupa merkezli) kabul edilmiş önyargılardır. Onun için abimize kalantor bilimciler ‘Anarşist’ diyor.

Biz de irfanî bilgiye “Lâ,” “Yoktur” diye başlayanlara meftun olduğumuzdan, bu büyüğümüze illâki sempati duyuyoruz bittabi.

Neyse Feyerabend, bilimsel bilginin insan tarafından geliştirilmiş düşünce şekillerinden sadece biri olduğunu, yegâne doğru bilgi olmadığını savunuyor. Ona göre bilimsel denen şey tek ve evrensel bilgi üretme biçimi değildir. Bilim, insanların çevreleriyle başa çıkmak için icat ettikleri birçok araçtan sadece biridir!

Bizim sağcılıktan gelip ortamlarda filozof edası takınanların çok sevdiği ve akıl yerine kullandıkları “Us” içinse şöyle bir füze atıyor:

“Bugün Bayan Us’un felsefi koruyucuları bu tanrıçayı ‘olgun’, yani geveze fakat dişleri dökülmüş bir kadına çevirdiler…”

Ve mutlak akılcılığa da (ki bu yeme-içme aklıdır, gündelik akıldır, aklı maaş) tokadı basıyor; “Bilimsel denen şey önü sonu tek bir kelimedir ama bu kelimeye tekâbül eden bir varlık yoktur…”

***

Yeme-içme aklının dışına taştığımız anda da irfan dediğimiz yüksek akıl (aklı mead) gündeme geliyor. Bu keşfedici bir akıldır ve kutsal sözü öncü alır. Kuantumun, “madde kayboldu her şey dalga boyu komşulaaar!” şeklindeki paniği bizi işte bu aklın, insan bilgisinin tümünü kapsayan kıyısız denizlerine çıkarıyor…

***

Nereden nereye…

Halbuki ben size ada seyahatimde duyduğum müthiş bir aşk hikâyesini yazacaktım.

Fakat an beni benden aldı buralara getirdi.

Âna kıymet vermek, anda yaşamak böyle bir şey sanırsam…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu