MURAT ASLAN / Üç Bölge-Üç Deniz İçin Risk Değerlendirmesi


Türkiye‘nin içinde bulunduğu ve ‘üç bölge – üç deniz’ şeklinde özetlenebilecek coğrafya birçok çatışmayı barındırıyor. Bu çatışmaların bir kısmı geleneksel tarzda cereyan ederken bazıları gayri nizami, asimetrik ve hibrit özellikler taşıyor. Türkiye’nin güvenliğinin sağlanması ve uygun bir savunma siyasetinin üretilebilmesi için birinci kuşak ilgi alanında boşluk bırakmamak, aynı zamanda ötesine uzanmak şart. Ancak üç bölge (Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu) ve üç denizin (Karadeniz, Ege ve Akdeniz) özellikle ön plana çıkıyor.
Histeriye kapılmadan Türkiye’nin karşılaşabileceği tehdit ve taraf olabileceği çatışmalara yönelik bir risk değerlendirmesi yapmak bu noktada faydalı olabilir. Aksi takdirde ülke güvenliğini tehdit edebilecek olayların ‘baskın’ tarzında etkisine maruz kalınabilir. Öte yandan Türkiye’nin refah ve güvenliğine yönelik vizyonu, yapılacak bir risk değerlendirmesinin temeli niteliğinde. Bu bağlamda, müreffeh bir gelecekte kendini güvende hissedebilmek şart. Bu nedenle gelişmelerin öznesi olmaktan ziyade, ‘sabra’ dayanan aktif girişimciliği benimseyen Türkiye ‘varoluşsal’ tehditlere karşı agresif tedbirler almaktan kaçınmıyor.
Türkiye’nin maruz kalabileceği tehditleri öncelikle simetrik ve asimetrik şeklinde bir kategoriye tabi tutmak faydalı olacaktır. Türkiye asimetrik birçok tehdit ve riski yönetmeyi başarabilmiş bir ülke. Ancak Rusya’nın ve İsrail’in saldırganlığıyla birlikte simetrik çatışmalar yaygınlaşmaya başladı. Bu noktada simetrik tehditler diğer devletlerin geleneksel yöntemlerle Türkiye’nin varlığını ve çıkarları aleyhine girişimlerde bulunması anlamını taşır. Ancak asimetri ve asimetrinin iç içe geçmiş bir yapı içinde olduğunu hatırlatmak gerekir. İsrail’den kaynaklanan riski PKK ve DAEŞ teröründen ayırmak pek mümkün değil.
Birinci kuşak ilgi alanında, ‘üç bölge-üç deniz’ şeklinde isimlendirdiğim bölgede kriz ve çatışmaların yoğunluğu diğer bölgelere göre daha yoğun. Ayrıca bu alanda meydana gelen çatışmalar Türkiye’nin inisiyatifi dışında ve diğer devletlerin tahrikiyle ortaya çıkmakta. Geçmişte tecrübe edilen olaylar da gelecekteki muhtemel senaryolara emare veriyor. Yunanistan ile geçmişte yaşanmış Kardak krizi ve 2019 yılı yaz aylarındaki Doğu Akdeniz rekabeti unutulmamalı. Amerikan-Avrupa desteğine itibar eden Yunanistan’ın ütopik emelleri (EOKA ve ENOSİS) halen devam ediyor. Öte yandan İsrail’in, Suriye ve Kıbrıs adası odaklı söylem ve emelleriyle Türkiye aleyhine halen uygulamakta olduğu saldırgan siyaset, gelecekte yaşanabilecek gerginliklerin habercisi niteliğinde. Öte yandan yakın coğrafyada birbirleriyle komşu olan ülkelerin düşük ve orta profilli çatışmaları da hatırlanmalı.
Türkiye’ye yakın coğrafyada meydana gelen her türlü güvenlik olayında büyük devletlerin müdahalesinin veya dahlinin olduğu dikkate alınırsa, Türkiye birinci kuşak ilgi alanında krizlere seyirci kalma lüksüne sahip değil. Aksi takdirde, muhtemel çatışmaların doğrudan ve dolaylı etkileri Türkiye’nin güvenliğine ve refahına menfi etkide bulunabilir. Geçmişte Irak’a yönelik kısıtlamaların (Çekiç Güç), İran’a yönelik yaptırımların, Suriye’deki yabancı askerî varlığın ekonomi ve güvenlik tabanlı sonuçlarını unutmamak gerekir. Irak, İran ve Suriye’de PKK’nın alan bulması da böyle bir gerçekliğin sonucu.
Yakın coğrafyadaki simetrik çatışmaların doğal eğilimi, bölge geneline yayılma olasılığıdır. Türkiye’nin şanssızlık şeklinde nitelendirilebilecek kaderi de bu vakıadan kaynaklanıyor. Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’da birbirinin peşi sıra patlayabilecek krizler Türkiye’yi aynı anda farklı sorunlara odaklanmaya itmekte. Bu kapsamda somut ifadelerle üç bölge-üç denizi değerlendirmek gerek.
Azerbaycan-Ermenistan barışının konuşulduğu şu günlerde Paşinyan iktidarına yönelik Rus kumpası mümkün. Paşinyan aleyhine özellikle Kilise ve yurt dışındaki Ermeni diasporası gizliden örgütlenirken, açıktan gösteriler düzenliyor. Zengezur Koridoru’na ABD’nin yerleşmesiyle Rus-İran ikilisiyse yeni bir fitili ateşlemek üzere. Rusya için Güney Kafkaslardan çıkmak anlamına gelecek bu durum siyasi kargaşa ve Ermeni hükûmetinin devrilmesiyle sonuçlanabilir. Gürcistan’daki siyasi kargaşa ise bu meseleye ayrı bir boyut ekliyor. Enerji güvenliği, Azerbaycan’ın Nahcıvan ve Türkiye ile irtibatı ve Türk Devletleri Teşkilatının kaderi için Güney Kafkasya ne Amerikan ne de İran-Rus inisiyatifine terk edilmemeli.
İran’da nükleer güce ve füze envanterine sahip Molla rejiminin hâlâ ABD-İsrail ikilisi tarafından tehdit olarak algılandığı görülüyor. Öte yandan İran’ın toplumsal mozaiğinin bir zafiyet olduğu da belli. Uygulanan yaptırımların menfi etkisi bir yana, İran’ın Türkiye politikası da istikrarlı değil. İran’a yönelik müdahaleler de göç, ticaret, istihbarat veya askerî birçok asimetrik tehdidi tetikleyebiliyor. Bu nedenle İran’dan kaynaklanan riskin yüksek düzeyde kalacağı ifade edilebilir.
Etnik yapı ve mezhepçilik ile ayrışmış Irak’ın, sarmaldan kurtulmak adına refaha öncelik verdiği ifade edilebilir. Ancak, Irak’ın kırılgan hali; İran nüfuzu kırılmaz, Iraklılık bilinci oluşmaz ve ABD’nin petrol gelirlerine el koyması sonlandırılmazsa devam edecek. PKK ve DAEŞ gibi terör örgütlerinin halen Irak’ta olduğu da unutulmamalı. Bu nedenle Türkiye’nin Irak kaynaklı riskleri, yönetilebilir düzeye indirgemek adına ekonomik, siyasi, askerî ve sosyal etkileşimini artırması beklenmeli.
Esed Rejiminin devrilmesiyle devrimi başaran Suriyeliler, İsrail destekli bölücülük ve toplumsal uyum sorunlarını henüz çözebilmiş değil. Suveyda’daki uyuşturucu ticareti ile meşgul Hicri liderliğindeki Dürzi aşiretine askerî malzeme nakleden İsrail, PYD/YPG’yi de bölücülük istikametinde cesaretlendiriyor. Şam Hükûmetinin yaşadığı güçlükleri perçinlemek için de Suriye’nin askerî altyapısına hava saldırıları düzenliyor. Bu nedenle, Suriye’deki gelişmeler ve İsrail Türkiye için risk değil, tehdit niteliğinde. Kıbrıs Adasını ve Suriye’yi vadedilmiş toprak olarak gören İsrail’in, ABD desteği olduğu sürece saldırgan tavrının devam edeceği görülüyor. Gazze ise bu duruma ayrı bir boyut kazandırıyor. Doha saldırısı sonrasında, İsrail’in raydan çıktığı ve tedbir alınması gerektiği anlaşılıyor.
Rum-Yunan ikilisinden kaynaklanan risk, üçüncü taraflara endeksli. Türkiye’nin ne Rumlara ne de Yunanlara karşı bir gündemi yok aslında. Türkiye’nin muhatap olduğu riskler ve maruz kaldığı güvenlik durumları incelendiğinde Rum-Yunan ikilisi ilk beş sırada dahi değil. Ancak İsrail’in Rum ve Yunan taraflarıyla enerji ve askerî ilişkileri ilginç bir düzeye çıktı. Yunanistan’ın zırhlı araç üretimi, füze tedariki, İHA operasyonları ve savaş pilotu eğitimi İsrail’in kontrolünde. Rum Yönetimi ise İsrail’in lojistik ve istihbarat üssü haline geldi. Bu nedenle İsrail’in, Rum-Yunan ikilisini ‘istismar’ edeceğini görmek gerekiyor. Önemli olan konu, kendini ‘istismar ettirmemek’. Bu nedenle Türkiye’nin İsrail ile bölgesel gerginliğinde cephe Haseke’den başlıyor, Dedeağaç’a kadar devam ediyor.
Bu noktada Karadeniz’de devam eden Rusya-Ukrayna Savaşını analiz etmek faydalı olabilir. Aslında durma noktasına gelmiş, birbirlerine karşı üstünlük sağlayamayan iki ülke söz konusu. Ukrayna, ‘maden yataklarını işletme’ imtiyazına rağmen, ABD hâlâ yardım sevkiyatını hızlandırmıyor. Sadece AB’nin ücreti mukabili satın aldığı silah sistemleri Ukrayna’ya akıyor. Ruslar ise Çin, Kuzey Kore ve İran’ın desteğiyle ‘dik’ görünmeye çalışıyor. Trump’ın stratejik hatalarının sahadaki taktik durumla düzelmeyeceği de dikkate alınırsa tıkanmış savaşın ancak taze bir destek sağlanırsa temposu artabilir – ki artacaktır. Bu durumun Türkiye açısından sonuçlarına odaklanmak gerekiyor.
Avrupa’nın doğusundaki devletler, AB üyeliği olmadan Türkiye’nin Rusya ile ilişkisini kesmesini istiyor. Yalıncı keserini hatırlatan bu talep gerçekçi değil. Ruslar ise NATO’da Macaristan ve Türkiye çatlağı görüntüsünü sağlamlaştırma niyetinde. Neyse ki, Trump’ın Putin ile Alaska görüşmesi sonrasında Türkiye artık bu iddiaların merkezinde değil. En büyük NATO çatlağı artık ABD kaynaklı. ABD’nin ve Rusya’nın Ukrayna üzerine nüfuz alanı paylaşımı ise ayrı bir vakıa. Bu nedenle Karadeniz’in statüsüne yönelik talepler savaş sonrasının bir konu başlığı olabilir. Bu nedenle Ukrayna-Rusya Savaşı’nın sonucu ABD veya Rusya’ya terk edilemeyecek kadar değerli. O halde Türkiye, bu savaşı markaja almak durumunda.
Sonuç olarak, üç bölge-üç deniz karışık, karmaşık ve dikenli. Neresine el atsanız risk düzeyi artıyor. Bu kaderin kedere dönüşmemesi adına, Türkiye’nin savaşır gibi barışı yaşaması; diplomaside masada, gerektiğinde sahada olması zorunlu.