BERCAN TUTAR / Grönland ve Filistin’e karşılık Ukrayna, Tayvan ve Suriye mi?


ABD’nin küresel anlatısı Rusya’nın Ukrayna işgali, Türkiye’nin 15 Temmuz direnişinden sonra Libya, Karabağ ve Suriye’deki hamleleriyle Çin’in Tek Kuşak Yol Projesi, Güney Çin Denizi’ndeki Hint- Pasifik denklemini sarsan askeri yığınakları ve kararlı Tayvan stratejisi gibi gelişmelerle ağır yaralar aldı. ABD bu tektonik sarsıntılara karşılık vermeye çalıştı ancak başarılı olamadı. Özellikle Rusya’nın Ukrayna‘yı işgali, sadece Ukrayna’ya ve Doğu Avrupa‘ya değil aynı zamanda ABD önderliğindeki Atlantik ve NATO düzenine de bir saldırıydı.
ABD’nin Çin’i 5G ağlarından çıkarması ve Pekin’in yarı iletkenlere erişimini engellemeye çalışması sonuçsuz kaldı. Zira Çin’in Asya, Avrupa, Latin Amerika ve Afrika’yı kapsayan altyapı, yatırım ve yardım hamleleri sadece birer iktisadi kalkınma aracı değil aynı zamanda ABD’nin küresel ekonomik sistemine karşı bir egemenlik mücadelesi ve hegemonya kurma silahıydı da. Bu yüzden Rusya, Çin ve Türkiye sadece hinterlantlarında değil DSÖ, BM, IMF, UCM ve NATO gibi ABD’nin küresel statükosunun kalelerinde gösterdikleri direnişle de bu platformları üstünlük mücadelesinin verildiği birer arenaya çevirmeyi başardı.
***
Dolayısıyla 2016 ila 2020 yılları arasındaki ilk görev sürecinde “Rakiplerimiz zorlu, inatçı ve sebatlı. Ama biz de öyleyiz. Başarı için ulusal gücümüzün her boyutunu entegre edeceğim. Çin’i her zaman yenerim. Her zaman!” diyerek rakiplerine gözdağı veren Trump, ikinci döneminde bu yaklaşımını 180 derece değiştirdi. Şimdi ekonomiyi ve tarifeleri koz olarak ileri sürüyor. Ocak ayında Çin lideri Şi Cinping ile yaptığı görüşmeden sonra “Birlikte birçok sorunu çözeceğiz ve hemen başlayacağız. Ticaret, fentafil, TikTok ve diğer birçok konuyu konuştuk. Başkan Şi ve ben dünyayı daha barışçıl ve güvenli hale getirmek için elimizden gelen her şeyi yapacağız” demişti. Nitekim dün tarife savaşlarından sonra Şi’nin kendisini aradığını açıklayan Trump’ın iki ülke arasındaki gerilimin düşmesinden hayli mutlu olduğu görülüyordu.
Şubat ayında Rus lider Vladimir Putin ile görüştükten sonra da “İkimiz de uluslarımızın büyük tarihi ve II. Dünya Savaşı’nda birlikte çok başarılı bir şekilde savaştığımız gerçeği üzerinde düşündük” ifadelerini kullanmıştı. İkinci döneminde Trump’ın en çok da Sayın Erdoğan hakkındaki düşünceleri gayet olumlu ve takdire şayandı. Liderler diplomasisinde kendine en yakın hissettiği lider Erdoğan. Bu düşüncelerini defalarca dile getirdi de. Zaten Erdoğan, Şi ve Putin’i sık sık “ülkelerini seven, zeki, sert ve güçlü liderler” diye takdir etmesi birçok engelin aşıldığının işareti olarak okunuyor.
***
Hâsılı kelam Trump yeni bir dünya savaşı yerine Rusya, Çin ve Türkiye ile birlikte yeni bir küresel uzlaşıya doğru ilerliyor. Trump asıl düşmanının bu liderler değil ülkesinin jeopolitik ve ekonomik açıklarıyla Avrupa ve ABD’de kök salan neo-liberal kültür olduğunun altını çiziyor. Nitekim daha şimdiden bazı nüfuz sahaları yanında Ukrayna’daki bazı bölgelerle Kırım’ı Rusya’ya, Tayvan’ı Çin’e ve Suriye’yi de Türkiye’ye bırakırken kendisi de karşılığında Kanada, Panama ve Grönland’ı istiyor.
Özellikle de Grönland hayati bir önem arz ediyor. Zira nadir elementler konusunda ABD’nin dışa bağımlılığını bitirecek olan Grönland için Trump’ın kuzeydeki Arktik bölgesinde etkin olan Rusya ve Çin’in çekincelerini aşması gerekiyor. Hâliyle Trump kafasında dünyayı çoktan Rusya, Çin ve Türkiye arasında paylaşmış görünüyor. Tek sorun Filistin’in İsrail’e terk edilmesi noktasında/ planında yaşanıyor. Türkiye dışında Çin ve Rusya’nın da bu konuda sert itirazları var. Gelişmeler Filistin planında Trump’ın er veya geç Siyonist İsrail’in irrasyonel taleplerini desteklemeyi bırakacağını gösteriyor. Kuşku yok ki burada da makul ve reel-politik olan seçenek kazanacak.